Öküz arabalarının sesleri unutulmaz. Köyde yüzün üzerinde öküz arabası. Bunlara komşu köylerden un değirmenine gelenler ve saz taşıyan arabaları katın. Yazlık kışlık ekim dönemlerinde hasat zamanı harman zamanı arabaların tümü.
Evlere ağıllara gelen keçi koyun sürüleri. Onların yarattığı toza karışan çan sesleri. Çan seslerinden sürü koyun mu, keçi mi diye ayırmak mümkündü. Koyunlarda tıkırdaklar, keçilerde havanlar. Lömbürdekler. Çan seslerini ayarlama yani akort etme diye bir iş vardı. Çanlar dövülerek yapılırdı bu ritmik uygulamaya erişme. Yani bir uyum bir armoni egemendi koyun keçi sürülerinin geçtiği yerlerde. Her hanede koyun ve keçi üç aşağı beş yukarı vardı.
Sığırlarda takırdaklar. Onlar bir başka öter ve hayvanların izlenmesine yardımcı olurlardı. Baharda yeri kazıyan böğüen tosunlar, zıplayan koyunlar, danalar. Sağmalı, kısırı, koçu, tekesi, oğlağı, kuzusu. Tekeler oğlaklar, koçlar, kuzular ayrı ayrı otlatılırdı. Aynen sağmalı ve kısırlarda. Hasköy küçükbaş hayvan açısından çok zengindi.
Toprak, hayvan, insan üçgeni. Tam bir köy yaşamı sürüp giderdi. Bu üçgenle akıp giden süreçlerde her şey doğaldı. Doğal güzelliklerimiz. Hasköy’de doğal yapının yaşama verdiği akış. Dereler, ormanlar ve hayvanlarımızın yarattığı uyumlu sesler “Hasköy senfoni” olarak tanımlanabilir.
Köyümüz tanrı misafiri tabir edilenleri ağırlardı. Bu işi muhtarlık yürütürdü. Köyümüzde tanıdığı olmayan konuklara köy kahyası bakardı. Köyümüzün kıdemli kahyaları İsmail Meriç ve Ali Seyrek’ti.
Misafir için sıra ile evlerden yemek alınırdı. Yine yatak, yorgan, yastık alınır. Misafirin rahat uyuması sağlanırdı.
Şayet misafirin hayvanı varsa, hayvana yem, saman yine sıra ile evlerden alınırdı. Hayvanların barınağı köy ahırı vardı. Sonuçta gelenin memnun ayrılması sağlanırdı. Bu gibi hizmetler köyün yüz akı olarak değerlendirilirdi.
Günümüzün ulaşım olanakları ve araçları bu tür konukları ortadan kaldırdı. Eski yoğunluk olmaz. Yollar ve ulaşım araçları insanların yaşamlarını kolaylaştırdı.
Tarihçe
Rumeli’nin Osmanlı’ya geçmesinden sonra iki Zaime verilen topraklara verilen köy Hasköy.
Davut ve Mustafa iki zaim topraklardan elde ettikleri gelirin ilk beş bin akçesi dışındaki her beş bin akçesi için cebelu beslemek zorundadırlar.
Zaim: Osmanlı’da zeamet adı verilen toprakları tasarruf etme adına sahip kişilere verilen ad. Topraklarda mutlaka üretim yapılması zorunluluğu vardır.
Osmanlı toprak düzeninde yılda yirmi bin akçe ile yüz bin akçe kazanan topraklar zaimlere verilmiştir. Kuruluşu Osmanlı toprak düzenine göre karşımıza çıkan Hasköy ileriki yıllarda yine aynı yöntemle “Has”lara geçecektir.
1514-1520 yılları arasındaki kayıtlara göre (Osmanlı salnameleri) Hasköy vergi veren bir noktada. 27 (yirmi yedi) vergi mükellefi var. İpsala ilçesine bağlı bir köy.
Komşu köyleri Karacahasan ve Eldüzen bugün yoklar. Hasköy o yıllarda Kemerlü, Yasıviran (Yassıören-Büyükevren) gibi köylerin vergi anlamında çok önlerinde. Verimli topraklarından çıkarılan ürünlerin bir çoğu saraya gidiyor.
Nüfus detayları o yılla göre şöyle. Kadınlar sayılmıyor. Yine kayıtlardan köyümüzde gayrimüslim olmadığını anlıyoruz. Köyün mezarlığı aslında geçmiş anlamında çok şeyi koymakta ortaya. Caminin yanından geçen insan boyunca bir tünel geçiyor. Ne için yapıldığı hakkında bilgi yok. o dönemde en fazla mücerpetin köyümüzde yaşandığını görmekteyiz.
Mücerret: Evlenmemiş bekar erkek demektir.
Osmanlı toprak düzeninde yüzbin akçenin üzerinde gelir getiren topraklar “Has”lara verilmiştir. Köy adını Osmanlı haslarının topraklarını işlemesiyle “Hasköy” olarak almıştır.
1995’te Hasköy’de yapılan yüzeysel arkeolojik kazılarda Asarlık Tepesi (Asar)’nde dördüncü yüz yıla ait keramik boyalı kiremit parçalarına rastlanıyor. Bu bulgular Helenestik çağa ait kalelerden birinin burada olduğunu ortaya koyuyor.
Helenestik Çağ Büyük İskenderle başlayan antik dünyada Grek (Yunan) etkisinin yükseldiği dönem. Ardından, Roma dönemi başlıyor MÖ 350’li yıllar. İstanbul’dan Roma’ya Enez’den ulaşan yola tutunmuş bir köy olduğunu başlangıçta ifade etmiştim.
Köklü tarihi yerli bir köy. Köyümüz yaşlılardan alıntılarla savaş yıllarına doğru akalım isterseniz.
Yaşlılarımızdan Murat onbaşı (Murat Dönertaş)’ın ifadesi şu. “Kafkaslardan” gelmiş. Osmanlı-Rus savaşı sonrası Bulgaristan’dan gelenlerde var. bunlar Harmanlı, Haskova’dan genellikle gelenler. 93 Harbi sonrası köyümüze gelmişler. Bulgaristan’dan gelenler köyümüzü terk eden “Çerkez”lerin evlerine yerleştirilmişler.
Savaş yıllarına ait Halil Kalkan’dan bir anektot aktarmak isterim.
Svaş yılları zorlu süreçtir Hasköy için ülkenin her yerinde olduğu gibi Hasköy için bunun en önemli kanıtı köy camisi yanındaki şehitliktir. Bulgar çetelerinin mezalimi yaşanmış zaman zaman. Bu gibi bir durumda Hasköy’de yaşanan bir geceyi anlattı Halil Kalkan.
Anasından dinlediğine göre, Bulgar çetelerinin köye baskın yapacağı duyumu alınmış.
Kadınlar çocuklarını almışlar evlerini terk etmişler. İbraam ağanın çalılık diye bilinen yere gitmişler. Kuytulara çukurlara dere içlerine gizlenmişler. Kuytulara çukurlara dere içlerine gizlenmişler. Çocukların kimi kucakta kimi sırtlarında. Gizlenmişler çok şiddetli bir yağmur başlamış. Aşırı yağmur kuytuları ve çukurları dereyi tehlikeli hale getirmiş. Sular yükselmeye başlamış. Çocukları ve kendilerinin can güvenlikleri tehtit altındaymış. Boğulma tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlar. Analık içgüdüsü hakim olmuş. Galip gelmiş. Mandıra tarla diye bilinen sırtlara çocukları tüm olumsuz ve tehlikelere karşı çıkarmışlar. Böyle bir gece köyümüze savaş yıllarında yaşanmış.
Köyün kuzey kısmında tepe diye tanımladığımız mevkide yani tepe sırtında savaş yıllarına ait kazılmış siperler mevcuttur.
(Sürecek)