Saygın bilim dergisi Nature da yayınlanan bir makale 2050 yılına gelindiğinde dünya nüfusunun 10 milyara ulaşacağını ve bu nüfusu yeşil alanlara zarar vermeden doyurmanın şu andaki tarım-hayvancılık uygulamaları ve beslenme alışkanlıkları ile mümkün olmadığını ifade ediyor. Eğer hiçbir değişiklik yapmadan devam edecek olursak, mevcut gıda sisteminin doğaya verdiği zarar 2050 yılında şu andakinin iki katı daha fazla olacak. Tarım ve hayvancılık alanında yapılan üretimin doğaya nasıl zarar verdiğine baktığımızda karşımıza uzun yıllardır duyduğumuz bir ifade çıkıyor: Sera gazı etkisi. Küresel ısınma ya da iklim değişikliği gibi kavramlara artık aşinayız ve bu değişimin en önemli sebebi olarak da sera gazı salınımı gösteriliyor. Sera gazı esasında birden fazla gazın karışımından oluşuyor ve bu gazların en önemli özelliği atmosferde ısıyı tutması. Normal şartlarda dünyamızın ve onu saran atmosferin belirli bir sürede ısınıp soğuması gerekiyor ancak karbondioksit, metan, nitröz oksit ve florlu gazlardan oluşan ve sera gazı olarak adlandırılan gaz karışımı atmosferdeki ısıyı tutarak soğumayı engelliyor. Bu gaz karışımındaki metan ve nitröz oksitin oranı her yıl artıyor. Özellikle son on yılda atmosferdeki metan miktarının 1990 yılına göre iki katına çıktığı tespit edilmiş durumda. Tabi ki sera gazı miktarındaki artışın en önemli sebebi fosil yakıtlar diye tanımlanan kömür, petrol, doğal gaz ve türevleri. Yakılacak kömürlerin bir dizi kontrolden geçmesi, arabalarda egzoz emisyon ölçümü yapılması gibi uygulamalar hep doğaya daha az sera gazı salınması yönündeki çabaların günlük hayatımıza yansımaları. Diğer taraftan özellikle metan ve nitröz oksit artışından tarım ve hayvancılık uygulamaları da sorumlu tutuluyor. Gıda olarak tüketilmek üzere büyükbaş hayvan yetiştiriciliği endüstriyel boyutlarda yapıldığında atmosfere salınan metan gazı miktarı korkunç boyutlara ulaşıyor. Atmosfere bırakılan sera gazlarının %15’i tarım ve hayvancılık uygulamalarından kaynaklanırken bunun yarısı, tek başına büyükbaş hayvan yetiştiriciliği neticesinde üretiliyor. Daha çok et yemek için daha çok hayvan besledikçe, bu hayvanların ürettiği metan gazını daha fazla atmosfere bırakmış oluyoruz. Tarımsal üretimde ise durum nitröz oksit yönünden önem kazanıyor. Kullanılan nitratlı gübreler bitkilerin büyümesini teşvik edip daha çok insanı doyururken atmosfere daha fazla nitröz oksit gazı olarak karışıyor. İnsanlar bugünkü gibi et (hayvansal ürün), şeker ve yağ (işlenmiş bitkisel ürünler) ağırlıklı beslenmeye devam ederse atmosfere daha çok metan ve nitröz oksit yani sera gazı bırakmaya devam edecek ve bunun sonuçlarını her yıl daha fazla hissedecek gibi gözüküyor. Elbette atmosfere bırakılan sera gazı miktarını azaltacak çözümler üretmek öncelikle devletlerin görevi ama bireysel olarak da bazı şeyler yapılabilir. Çözüm olarak önerilen ise beslenme alışkanlıklarımızı kademeli de olsa değiştirerek işlenmemiş veya yarı işlenmiş bitkisel gıdalara ağırlık vermek. Hayır, vejetaryen olalım demiyorum. Vejetaryen olmak birçoğumuz için imkansız gözüküyor ama buna da çözüm bulunmuş durumda. Fleksitaryen (fleksi-esnek, taryen-vejetaryen) yani esnek vejetaryenlik diye bir kavram var artık. Diyetinizdeki eti biraz azaltıp, bitkiyi biraz arttırınca fleksitaryen besleniyorum diyebilirsiniz. Bu şekilde küresel ısınmaya, sera gazı salınımına ve iklim değişikliğine karşı da bireysel bir mücadeleye girmiş olursunuz.
Sevgiyle ve bilgiyle kalın.