Evet, 2. baskı dedim, çünkü bugün size, 2006 yılında yazdığım ve içinde 2002 yılında yazdıklarımı da barındıran bir yazıyı tekrar okutmak istiyorum.
İnşaatlarda aylardır, pazaryerinde son bir haftadır yaşanan “yağma” olayı üzerine bir yazı yazmaktı niyetim. Ancak, bu durumu değerlendirmeden önce, 23 Şubat 2006 tarihinde Önder Gazetesi’nde yayımlanan, yukarıda bahsettiğim “Kentsel Dönüşümde Sosyal Rehabilitasyon İhtiyacı” başlıklı yazımdaki gerçeklere dönüp bakmanızda yarar var diye düşünüyorum.
Yazı uzun, ama sıkılmadan okumanızı ve düşünmenizi öneririm, çünkü kaybolan ve daha da kaybolacağı aşikar olan “huzur”, sadece bana değil, size de lazım olabilir!
Buyrunuz:
* * *
Keşan’ın gündeminde birkaç gündür aynı konu var: Yenimescit Mahallesi...
Keşan Belediyesi ile İstanbul Teknik Üniversitesi’nin ortak çalışması sonucu ortaya konan rapora ilişkin haberi, 21 Şubat 2006’da “Köhneme ve gecekondulaşma bölgesi” başlığıyla vermiştik.  Bugünden itibaren de, “Yenimescit Mahallesi Kentsel Dönüşüm Araştırma Raporu”nun tam metnini yayımlamaya başlıyoruz. (Önder Gazetesi’nde, anılan tarihte)
“Yenimescit Mahallesi” özelinde, diğer mahallelerdeki benzer nitelikte sorunların Keşan’ın gündeminde olmasının tek nedeni, bugünlerde açıklanan sözkonusu rapor değil.
Evet, bu çalışma çok değerlidir, Keşan için bir “ilk”tir ve bunun için Keşan Belediyesi’ni kutlamak, destek veren İstanbul Teknik Üniversitesi’ne teşekkür etmek gerekir. Ve evet, kentsel dönüşüm gerçekleştirilmelidir. Ancak, kentsel dönüşümün; sözkonusu alanda yaşayanların sosyal rehabilitasyonuyla ve gelir düzeyinin artırılmasına yönelik çabalarla bütünleştirilmediği sürece hiçbir işe yaramayacağı da unutulmamalıdır.
Gün geçtikçe artan yoksulluk, işsizlik, hırsızlık olayları ve örneğin son olarak geçen Cumartesi günü bir zanlıyı gözetim altına almak isteyen güvenlik güçlerine gösterilen direniş ve ardından yaşanan olaylar, basının gündeminde olduğu gibi, evlerde, kahvehanelerde, işyerlerinde kamuoyunun uzun zamandır konuştuğu konular.
Bu soruna, üçbuçuk yıla yakın süre önce, 12 Kasım 2002 tarihinde ÖNDER’de yeralan “Eğitimsizlikten yoksulluğa, yoksulluktan eğitimsizliğe bir kısır döngü...” başlıklı yazımda da dikkat çekmiştim.
Oradaki verileri hatırlatmak üzere, yazımın bir bölümünü buraya yeniden alıyorum:
* * *
“...
Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı, 22 Ekim 2000 tarihinde gerçekleştirdiği 14. Genel Nüfus Sayımı'nın ardından, yalnızca insan sayısı açısından değil, nüfusun çeşitli özelliklerine göre de (eğitim, yaş, cinsiyet, istihdam vb) çeşitli çıkarımlarda bulunarak, tüm bu verileri, illere göre kitaplaştırmış ve ilgili kuruluşlara göndermiş. Dolayısıyla, şu anda sözkonusu edeceğimiz veriler, 2000 yılının Ekim ayına ait. Ancak, o tarihten bu yana bu yönde kapsamlı bir çalışma yapılmadığı için de, "en son" veriler olarak dikkate almak durumundayız. Kaldı ki, o tarihten bu yana çok fazla şeyin değiştiğini de sanmıyorum.
Bu verilere göre; Edirne il genelinde, 6 ve daha yukarı yaşlarda, 12 bin 18'i erkek, 28 bin 883'ü kadın olmak üzere, toplam 40 bin 901 kişi, okuma-yazma bilmiyor! Kısacası, 402 bin 606 kişilik nüfusun, onda biri, bir başka deyişle, Keşan merkez nüfusu kadar bir kısmı okuma-yazma bilmiyor. Bu oran, 6 ve daha yukarı yaşlar üzerindekilere vurulduğunda, yüzde 32'yi buluyor.
Keşan ilçe merkezinde de durum farklı değil.
22 bin 19'u kadın, 20 bin 736'sı erkek olmak üzere 42 bin 755 kişiden oluşan Keşan merkezinde;
6 ve yukarı yaştaki 38 bin 924 kişiden, bin 437'si erkek 3 bin 323'ü kadın olmak üzere tam 4 bin 760 kişi okuma-yazma bilmiyor! (6 ve üzeri yaş nüfusunun yüzde 12.2'si)
Yine aynı yaştakilerden, 3 bin 459'u erkek 3 bin 330'u kadın olmak üzere, toplam 6 bin 789 kişi, hiçbir okulu bitirmemiş. Bunun sözkonusu nüfusa oranı da yüzde 17.4.
Okuma-yazma bilmeyenlerle, herhangi bir okulu bitirmeyenlerin toplamı da, bu rakamlardan çıkacağı üzere, 11 bin 549 kişi. Bu da, 6 ve üzeri yaş nüfusunun yüzde 29.6'sı anlamına geliyor.
Kısacası, 42 bin 755 kişilik nüfustan, henüz eğitim çağına gelmemiş 0-5 yaş grubunu çıkardığınızda, geriye kalan kişilerin kabaca üçte biri "eğitimsiz"!
* * * 
Bu tabloyu ortaya koyduktan sonra da şöyle devam etmiştim:
Sözkonusu rakamlar, çok acı ve vahimdir!
Keşan gibi bir yerde insanlarımızın üçte birini eğitmeyi başaramamışsak, hele de bunların azımsanamayacak kadarına okuma-yazma bile öğretememişsek.. geleceğimizin hiç de parlak olmadığı açık! Hem bireyler olarak, hem de toplumsal olarak!

Üçte biri eğitimsiz ve bu çağda okuma-yazma bilmeyenlerden oluşan bir toplumdan ne kadar bir gelişme, ne kadar bir çağdaşlaşma, ne kadar bir üretim bekleyebileceğimizin takdirleri sizin.
Bu üçte birlik nüfusu kınadığım sanılmasın. Her gün kapımızı çalan seyyar satıcıların, hatta dilencilerin pekçoğu, ilköğretim çağında çocuklar. Bu çocukların ve ailelerinin karnını doyurmadan, bu çocukları okula sokamazsınız. Kanun zoruyla da sokamazsınız, polis zoruyla da sokamazsınız, gönülden hiç sokamazsınız.
Eğitimsizlik ve yoksulluk; biribirini üreten ve sonsuz bir kısırdöngüyü oluşturan iki olgudur.
Keşan'da, bir süredir çeşitli çevrelerde, özellikle yoksul mahalleler için kapsamlı bir proje ihtiyacını dile getiriyorum. Sadece insanların karınlarını doyurmak değil, insanca yaşamak, insanca çalışıp üretmek, insanca eğitim ve sağlık hizmeti almak açısından da tatmin edici, çok kapsamlı bir proje...
Düşlediğim bu projenin, tek başına Keşan'ın ekonomik kaynaklarıyla hayata geçirilmesi olanaksız bile olsa, "proje" desem de, aslında henüz sadece bir "düş" olan bu "şey"in, ciddi bir çalışmayla proje haline getirilerek, kaynak aranabileceğine, bu kaynağın da sağlanarak bir "düş"ün gerçekleşeceğine ve hatta yurdumuzun diğer yerleşim birimlerine de örnek olacağına inanıyorum.
Ama önce, şu sayısal verileri önümüze alıp bir inceleyelim, şapkamızı önümüze, başımızı ellerimizin arasına alıp düşünelim ve sonra da her birimiz, bu vahim tablonun ortadan kaldırılması için elbirliğiyle neler yapabiliriz, oturup onu konuşalım.
Bizim elimizden gelmezse, devletin diğer kurumlarını, üniversiteyi harekete geçirelim, dış kaynaklar arayalım. 
Bu, kenarda bırakılmış, insanca yaşam koşullarının dışına itilmiş nüfusu, onların yaşam koşullarını tespit edelim, iyileştirme için neler yapabileceğimizi etüt edelim, gerçekçi rakamlar üzerinden projemizi geliştirelim.
Hiç kuşkunuz olmasın, bu düş, gerçekleşmeyecek bir düş değil; ve hiç kuşkunuz olmasın, bu düş hayata geçtiğinde, o çocuklar, siz engellemek isteseniz bile okula koşacaklardır!
Bunu gerçekleştiremezsek ne mi olur?
Bunu, ne siz sorun, ne ben söyliyeyim!”
* * *
Evet, ne siz sorun, ne ben söyliyeyim!
O tarihten bu yana, ne yazık ki çok ciddi bir çalışma yapılmadı. En azından, “kapsamlı” bir çalışma yapılmadı.
Sözkonusu yazıda da vurguladığım “proje” için, Belediye ve İTÜ’nün bu çalışmasının başlangıç olmasını diliyorum. Ama dediğim gibi, Yenimescit Mahallesi ve benzer alanlardaki sorunun çözümü için, sadece fizikî bir “kentsel dönüşüm” asla yeterli olmayacaktır. Teknik Üniversite üzerine düşeni yapmıştır ve yapacaktır, ancak, uzmanlık alanı sosyal bilimler olan üniversitelerimizi de harekete geçirip, sözkonusu sorunlu bölgeleri bir laboratuvar gibi kabul edip, belki yıllarca sürecek bir kentsel ve sosyal rehabilitasyon çalışmasını her iki alandaki bilim kuruluşlarının, yerel yönetimin ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliğiyle gerçekleştirmek zorundayız. Böyle bir çalışma için ulusal kaynak yaratılamazsa, bilim kuruluşlarımızın hazırlayacağı ciddi bir projeyle uluslararası kaynak da sağlanabileceğini düşünüyorum.
Bu ayrıca, Avrupa Birliği’nin bir süredir yürüttüğü “etnik” ayrıştırmaya yönelik destekleme politikalarının böyle bir amaca kanalize edilmesi suretiyle, toplumumuzdaki her kesimin içiçe barış ve huzur içinde yaşaması için de yararlı olacaktır; en azından, AB’nin sözkonusu politikalarının yakın gelecekte doğurabileceği vahim sonuçların önünü bir ölçüde de olsa kesebilecektir.
Umuyoruz ki, sözkonusu rapor, böyle bir çalışmanın başlangıcını oluşturur ve sadece bir rapor olarak kalmaz!
Bu vesileyle, raporun hazırlanmasını sağlayan Belediye Başkanı Mehmet Özcan ile başta Prof. Dr. Gülden Erkut olmak üzere, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin değerli bilim insanlarına ve emeği geçen herkese teşekkürü borç biliyorum.”
(ÖNDER, 23 Şubat 2006 Perşembe)
 
 
Evet… 2002’de söylemişiz… 2006’da 2002’yi hatırlatmış, yine söylemiş ve uyarmışız…
Geldik 2013’e…
Manzara ortada!...
Şimdilik, “kısmen terkedilmiş”, arada, terkedilmeyenlerin de güme gittiği  bir alanda yağmalama…Şimdilik!… Bunun sonunun nereye gitmekte olduğunu görmemek için uzayda yaşıyor olmak gerek!
Bu durum, sadece polisiye tedbirle çözülecek bir durum değil! Tabii ki, polisiye anlamda da göz yumulmaması gereken bir durum, ama güvenlik güçlerini de bu olayda çaresizliğe iten, bu sorunun münferit bir olay değil, toplumsal bir “olgu” olması…
Yine aylardır “Kentsel Dönüşüm” konuşuluyor, kimin yapacağı (fiziki dönüşümün ekonomik ve siyasi rantını kimin yiyeceği) paylaşılamıyor…
TOKİ, buradaki insanların yaşam biçimlerine bakmadan, yerel yönetimle işbirliği yapmadan, üniversiteleri işin içine katmadan, sözümona “yoksul konutları” diye apartmanlar dikiyor! (Ki, “yağma”dan o inşaatlar da nasibini almakta aylardır, bitirilemeden binalar yok olacak böyle giderse!)
Ve hâlâ gözler kör…
Sözüm sadece siyasette, sivil toplum kuruluşlarında, kamuda ya da yerel yönetimde vs. görev alanlara değil, herkese:
Hanımlar, beyler! Şu anda her şeyi bırakıp, öncelikli gündem maddesi olarak, hep birlikte bu konuya yoğunlaştınız, yoğunlaştınız…
Aksi halde, yakında sadece gece değil, gündüz bile sokağa çıkamayacaksınız.. diyecektim ama, sokağa çıkmasanız evde huzurlu olabilecek misiniz, onu da bilemedim!