Yeni bir gün… Yeni bir yazı… Ve eski ben…

Hayat ne garip! Belki de garip olan bizizdir de kendimizde olan özellikleri başka olaylara, durumlara ve kişilere yüklemeye çalışıyoruz. Ama hayat gerçekten garip be dostlar. Bir kere, insana şöyle gerine gerine yaşayacağı, derinden ve içten gelen bir oh diyeceği, kafasını boşaltıp dinginleşeceği bir ortam kurmaya izin vermiyor. Ne zaman “ Kafama bundan sonra hiçbir şey takmayacağım. Kafamın estiği gibi gezip, içimden geldiği gibi yiyip içeceğim, dünyayı bir pula satacağım alıcısını bulursa…” demeye kalksa insan “Al sana dertsiz, tasasız, dingin hayat…” der ve bir yığın sorun yığar insanın önüne. Biriyle baş etmeye kalkmışsan ve baş etmişsen sorunun derdin, yerine yenileri gelir. Hem yenileri gelir, hem de olabildiğince çetrefillileri…

Mesela borçlusunuz. Borçlar – siz ne kadar istemeseniz de – birikmiştir. Ne yapsanız birikmesini önleyememişsinizdir. Sonra birer ikişer ödersiniz borçlarınızı. Birazcık düze çıkmaya görün ya da tünelin ucunda azıcık ışık görünmeye görsün… Ya da bütçeniz birkaç kuruş fazla vermeye görsün… Hemen bir ihtiyaç beliriverir. Ya bir hastalık çıkar ortaya, ya evin olmazsa olmaz bir cihazı arıza yapar. Hadi bakalım yeni borçlarla tanışma zamanıdır.

Bir öğrencim vardı. Dersi kolaylamış, öğrencilere sorular soruyordum. Baktım o öğrenci parmağını kaldırmış, söz istiyor.

Söyle yavrum, buyur.

Öğretmenim…

Söyle kızım.

Öğretmenim ben büyümek istemiyorum.

Şaşırdım tabii. “ Neden? “ diye sorduğumda soruma  “Öğretmenim, ben büyümek istemiyorum. Hep böyle küçük kalabilir miyim? Diyerek soru ile cevap verdi küçüğüm. Yine “Neden?” diye soracakken baktım kendiliğinden söyleyecek büyümek istememesinin nedenini, durup bekledim. Babam hep “Çocuklar büyüdükçe dertleri de büyüyor” diyor. “Ben babamın sorunlarını büyütmemek için büyümeyeceğim öğretmenim” deyiverdi.

İşte böyle sevgili dostlarım! O minicik çocuk, o pırıl pırıl zekâ, o temiz yürek babasına sorun çıkarmamak için büyümemeyi göze alabiliyordu.  

Ya biz, biz de bazı sorunları önlemek için bazı fedakârlıkları göze alabiliyor muyuz? Mesela, canımız hiç konuşmak istemediği halde dertli bir arkadaşımızın derdini dinleyebiliyor muyuz? Ya da , -içimiz kaldırmasa da- yüzü kir içinde bir çocuğu öpebiliyor muyuz tiksinmeden? Bir sokak köpeğinin boşalmış su kabına su bulmak için beş on adım yürümeyi göze alıyor muyuz? Çok sevdiğimiz ve kıymet verdiğimiz malımızı ya da paramızın bir kısmını bölüşebiliyor muyuz bir ihtiyaç sahibiyle? Kendisiyle artık kimselerin konuşmadığı çok yaşlı bir insanın yanına oturup, eskilerde kalmış bitmez tükenmez anılarını dinlemek içimizden gelir mi dersiniz? Pekte beğenmediğimiz bir yemeği, sırf eşimize ayıp olmasın diye son yudumuna kadar yiyebildiğimiz oluyor mu? Eğer güvenlik personeli isek ve hakim gücün ayağına bastığı için tutuklanan bir fikir suç( ! )lusunu derdest edip tutukluyorsak, biraz nazik olmak aklımıza gelir mi acaba dostlarım

Bu gün, yazı yazmak için bilgisayarın başına otururken aklımda her hangi bir konu yoktu açıkçası. Zaten siz de daldan dala dolaşmamdan bu konuda bir sıkıntımın olduğunu anlamışsınızdır. Ne yaparsınız… Kimi gün satırlar kendiliğinden dizilir, kimi günse satırlar sağlam bir konu bulmadan yazmaya soyunanı kurşuna dizer…

Bu gün böyle oldu sevgili can dostları. İnsan aynı yemeği her gün aynı malzemeyle ve aynı şekilde de yapsa tadı her seferinde farklı olur. Tek umudum beni anlamanız. Bu kardeşinizin de insan olduğunu unutmayın lütfen!

Lafı lastik gibi sündürüp, iyice dilenci duasına bağladım işi. En iyisi, sözü fazla uzatmadan gitmek. Hoşça kalın dostlar. Yine görüşelim…           

N.D.