“...Şefkatle ya da kinle mi
Sarmaktadır gece her yerimi
Kendime “Yolun sonu burası mı?”
Diye soruyorum.
“Hedefim belirsiz, amacım yok
Sadece yürüyorum…”
Sevgili dostlar, bu gün de yazıma küçücük bir şiirle başladım. Dikkat etmişsinizdir, bu güne değin buraya taşıdığım şiirlerin çoğunun şairi belli değil. Kiminin şairini yazmıyorum (çünkü bilmiyorum), kimi şiirin de başlığını. Güzel yurdumda o kadar çok şair ruhlu insan ve onların yazdıkları o kadar çok şiir var ki anlatamam.
Ben kardeşiniz bu isimsiz şairlerin isimsiz ve aslında hiç var olmamış şiirlerini alıp sayfama taşımakla acaba kötü mü ediyorum diye düşünmedim sanmayın. En azından, hiçbir zaman ve hiç kimse tarafından okunmayacak bu şiirleri gün yüzüne çıkarmakla teselli buluyorum. Bu da beni mutlu ediyor.
Ben çocukken, yaşadığım kasaba şimdiki kadar büyük değildi. Komşular bir birlerini tanır ve bilirlerdi. Yaşadığımız yerler şimdiki gibi göç almamış, bulundukları coğrafyalardan kopup gelen farklı kültüre sahip insanlar tarafından doldurulmamıştı.
Evler ve vasıtalar az, oyun alanları geniş ve boldu. Biz çocuklar okul zamanları dışında bolca oyun oynardık. Oyun alanları bol ve geniş, motorlu araçlar da yok denecek kadar az olduğu için büyüklerimiz bizi gönül rahatlığıyla sokağa salar, gözleri arkalarında kalmazdı. Zaten ufak tefek didişmelerden ve küçük sıyrıklarla atlattığımız oyun kazalarından başka olay da olmazdı.
Bu kardeşiniz o zamanlar çok kitap okur, şiir sandığım bir şeyler karalar ve çevrem tarafından “Garip yaradılışlı bir çocuk.” olarak nitelendirilirdim. Ailem bile beni elimde kitapla yakaladıklarında (!) kızar ve “Kitap okuyacağına ders çalış.” diyerek azarlarlardı. Sonra, çok okumanın doğal sonucu olarak yazmak geldi.
Sanıyorum ortaokul ikide idim ve bizim mahallede oturan bir Türkçe Öğretmenimiz vardı. Ödevlerime bakarken yazdığım çocukça şiirlerimi görmüş, alıp okumuştu. Ben kızmasını beklerken, öğretmenim başımı okşamış ve “aferin” demişti. İlk teneffüste ablamı bulup müjdeyi verdiğimde ablamın tepkisi “Hadi oradan deli, örtmenin işi gücü yok ta senin şiirini mi beyencek?” olmuştu.
İşte böyle, azarlanma ya da lüzumsuz işlerle uğraşır görünme korkusuyla çok insanımız bir şeyler yazdığını çevresinden saklar ve paylaşmaz. Şiir yazma isteği belki aşık olduğu yıllarda yeniden depreşir ama sonra kurur gider.
Bu iş ne yazık ki böyle sevgili dostlarım.
Hani demişler ya “On sekiz yaşındaki her Türk insanı şairdir.” diye… Ne yazık ki ileri yıllarda anlaşılmama, dalga geçilme korkusu, imkan ve ortam bulamama ve yazmaya çalışanları aşağılamak için söylenen “Yağdı yağmur, çaktı şimşek…” tekerlemesi insanımızı yıldırır ve duygularını yazarak ifade etme eyleminden uzaklaştırır.
İşte ben, isimsiz şairlerin kenarda köşede kalmış şiir denemelerine denk gelince onları bir yere not eder ve yeri geldiğinde kullanırım. O nedenle benim şairlerimin çoğunun adı belli değildir. Kimilerinin şairi bellidir ama o şahıs da, kendine bir türlü “şair” sanını yakıştıramadığı için adının söylenmesini istemez, ben de adını yazmam.
Olay budur sevgili dostlar. Belki bu günkü sohbetimiz sizleri hiç mi hiç ilgilendirmeyen bir konuda oldu ama affınıza sığınıyorum. Hoşça kalın.