Kendini bilmez, cahil, yobaz, görgüsüz, saplantılı, kısaca hasta ruhlu bazı tiplerin, sağlık çalışlarına karşı yaptığı insanlık ve yasa dışı davranışları protesto etmek amacıyla, hekimlerin boykot yaptığı 07.07.2022 günü Edirne’de idim.
Boykot nedeniyle muayene olamayınca, zamanı değerlendirmek amacıyla, kendimi belediye otobüsüyle kent merkezindeki Selimiye Camii’nin önüne atıverdim.
Gördüm ki, yeni çevre düzenlemesiyle, yaralı iki kanadı onarılmakta olan Selimiye Cami, kanatlanmaya hazır bir cennet kuşu gibi karşımda durmakta. Dikkatli bakınca, Selimiye Camii’nin devasa kesme taşlardan yapılmış,
dört başaklı bir lâleye de benzediğini fark ettim.
Eskiden park olan ve Mezit Bey Hamamı’nın yanında bulunan 22 fıskiyeli havuz dahil tüm eskiler iptal edilmiş, Selimiye Bahçesi, çimenlerden oluşmuş yeşil bir halıyla döşenmişti.
Eski Cami önünden, Selimiye Camii’inin görüntüsü görülmeye değer güzellikte idi.
Ancak, Fatih Sultan Mehmet’in heykeli ile ŞAHİ toplarını göremedim. Neden yoklar, nedenini öğrenemedim.
Selimiye Cami, bindalllı kumaştan yapılmış yeni şalvarı ile güzeldi ama benim estetik zevkime göre, 22 fıskiyeli havuz yerinde kalmış olsaydı daha da güzel olabilirdi diye düşündüm.
İçinde bin bir çeşit hediyelik eşyanın satıldığı ve Türk Bayrakları ile donatılmış Arasta yanından Edirne’ye bakmanın ayrıcalığı ise elbette bambaşkaydı.
Kısaca Edirne ,her köşesi ,insanı yüzlerce yıl gerilere götüren zaman makineleri ile donanmış bir zaman makinesi üssüne benzemekteydi..
Örneğin; Eski Cami, görkeminden emin, göksel bir mabet gibi “Ben ULU CAMİ’yim” diye haykırırken, Üç Şerefeli Camii, üç şerefeli ve Burmalı minaresi ile ağaçların üzerinden boynunu uzatmakta, dev bayraklar ve dev Atatürk Posteri ile süslenmiş belediye binası, gelinlik bir kız gibi bu güzelliğe güzellik katmaktaydı. Manzaraya hayran oldum! Büyülendim! Mest oldum! İçime huzur doldu..Bu dünya yaşamında iyi ki Edirne’yi gördüm ve bir süre O’nun tarih kokulu bağrında yaşama olanağı buldum diye sevindim..Tarihe ilgi duyanlar için Edirne, Türk kokan, islâm kokan , Atatürk kokan, bilim kokan büyüleyici bir kent...
Edirne; Selimiye Cami, Eski Cami, Üç Şerefeli Cami, Sittişah Sultan Cami, Tamburacılar Cami, Ayşekadın Cami, Defterdar Mustafa Paşa Cami, Lâri Cami, Selçuk Hatun Cami, Saruca Paşa Cami, Şeyh Çelebi Cami, Süle Çelebi Cami, Şahmelek Cami, Gazimihal Cami, II. Bayezıt Cami, Ahmet Yesevi Cami, Fatih Cami, Yavuz Sultan Selim Cami, Mevlâna Cami, Muradiye Cami, Hıdır Ağa Cami, Kirazlı Cami, Beylerbeyi Cami, Kıyık Cami, Kıyık Merkez Cami, Hasan Sezai Cami, Süleyman Paşa Cami, Şeyh Süceattin Cami, Hacı İlbey Cami, Atik Ali Paşa Cami, Sofu Bayezıt Cami, Yıldırım Mescit Cami, Sanayi Cami, Hacılar Ezanı Cami, Çakırağa Cami, Viran Cami, Evliya Kasım Cami, Alaca Mescit Cami, Yahya Bey Cami, Baruthane Cami, Hacı İslam Cami, Gazi Hoca Cami gibi elliden fazla camisi ile bir CAMİZÂR'A benzemekte.
Ayrıca Ekmekçizade Köprüsü, , Meriç Köprüsü, Gazimihal, Fatih, II. Bayezıt ve Tekgöz gibi köprüleriyle "Ben KÖPRÜZÂR KENTİYİM” diye haykırmakta. Ve yine Hıdır Baba Balkan Savaşları Müzesi, Şükrü Paşa Balkan Müzesi, Etnografya Müzesi, Mezar Taşları Müzesi, Selimiye Cami Bahçesi’ndeki müze, Üç Şerefeli Cami içindeki Peykler Medresi’nde hizmete açılan Fatih Sultan Mehmet Müzesi, Kırkpınar Pehlivanları Müzesi ve bir kaç yıl önce hizmete giren Kirazlı Cami yanındaki Edirne Kent Müzesi’yle, çevreden toplanan kültür değerlerinin sergilendiği tarih ve kültür kokan açık ve kapalı müze kent olma özelliğini taşımakta.
Ayrıca Edirne; Tıp Fakültesi ile Üniversite’ye bağlı çeşitli fakülteleri ve bütün okulları ile Ortadoğu ile Balkanlar’da bilim -şifa merkezi olma özelliğini korumakta.
Balkanlar, Ortadoğu ve hatta Avrupa’da, yolunu şaşıranlara yol gösteren bir deniz feneri gibi ışıldamakta…
Eski Cami önünden Selimiye’yi izlerken bunları düşündüm ve Atatürk posterleriyle süslü Edirne Belediye Binası önünden yukarıya yani Kent Müzesi’ne doğru yürümeye başladım.
50-60 metre kadar ilerde kocaman bir çeşme, “Dur bakalım, nereye gidiyorsun?” dercesine yolumun önüne dikiliverdi... Sağ tarafta Selimiye Arastası ışıklı bir zaman tüneli gibi beni davet etmekte…
Çeşme üzerindeki tanıtım yazısında bu çeşmenin, II. Viyana kuşatmasındaki başarısızlığı nedeniyle kellesini veren ve naaşı, Edirne’deki Saruca Paşa Camii haziresinde bulunan sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından yapıl-
dığı belirtilmekte... (İstanbul-Sirkeci Semti’nde de Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın adını taşıyan bir cami var.)
Çeşmeyi incelerken , çeşmenin bitişiğinde , büyük söğüt ağacının dibinde, geçmişte Selimiye Camii Bahçesi’ne ait olduğu izlenimini veren iki mermer mezar gördüm...Mezar taşları üzerindeki işlemelere hayran olmamak mümkün değil.. Oradaki esnaflara, bu mezarların kime ait olduğunu bilen olup olmadığını sordum… Esmer tenli bir vatandaş:
”Babam hayırsız adamdı.. Öldürüp buraya gömdüm!” Diyerek bizi izleyenlere “Bakın ne güzel espri yaptım” tavırlarıyla,”derya içinde olup kıymetini bilmeyen bir alık “gibi, cehaletini ortaya koydu...
Az önce yabancı turistlerle ana dili gibi Rumca ya da Bulgarca konuştuğuna tanık olduğum bu zat, bu yüksek espri anlayışıyla (!) ,acaba onlara ne anlatmış, Edirne’yi nasıl tanıtmış olabilir diye düşündüm... ve yüreğim cızzz!’ etti... Ahh eğitim, ahh! Diye haykırdım sessizce... Buralarda neden güzel sanatlar ya da turizm bölümlerinden bir iki öğrenci görevlendirilmez ki, diye düşündüm..
Ve aklıma daha önce gezip gördüğüm başka zaman makineleri (!) geldi..Örneğin; beş yüz yıldır Tunca Nehri’nde ayaklarını yıkayan II.Beyazıt Külliyesi’nin şifahanesi’nde ruhsal hastalıkları tedavi etmek İçin saz çalan, türkü söyleyen balmumundan yapılmış sazendeleri ve hânendeleri ,aynı yapı bünyesindeki sultan II. Beyazıt Camii’nin avlusundaki dev sütunların birinin tabanındaki kurşun kaplama üzerideki sultan II.Beyazıt’ın mührünü, cami girişinde, kapı üzerindeki duvara, yağlı boya ile yapılmış büyük tepsi içindeki meyveleri gösteren yağlı boya resminin imarethane ile olan
ilişkisini anlatan Bayburtlu İmam efendiyi anımsadım..
Duvarın birinde yazılı olan bir sözün Bilal Habeşi’ye ait olduğunu öğreniş olmamın şaşkınlık ve mutluluğunu yaşadığım o anı tekrar yaşadım..
Caminin arka tarafından, kayıklarla, Tunca Nehri üzerinden bu camiye gelip, hünkâr mahfilinde namaz kılan sultan II. Beyazıt’la aynı topraklarda gezinmenin mutluluğunu duyumsadım…
Osmanlı’ya yaklaşık doksan yıl başkentlik yapmış olan tarih kokulu müze kent’te, yalnızca bakan değil, gören gözler için, keşfedilmemiş daha nice güzellikler olduğunu fark ettim..
Ve Saraçlar Caddesi’ndeki fıskiyelerin yanında gezinip duran, arada, ufak kanat çırpışlarıyla izleyenleri mesut eden güvercinlere yem atarak çay içerken, geçmişte Edirne’ye vermiş olduğum sözü tutmuş olmamın bahtiyarlığı içinde geçmiş bayramlarınızı kutluyor, daha güzel, daha mutlu, daha umutlu, daha huzurlu, kardeşlik dolu günler geçirmenizi diliyorum
*
Sende gençliğimden yıllar bıraktım
Tunca’da Söğütlükte nice anılar
Bendeki ayrılığın hüznünü taşır
Meriç kenarındaki tahta masalar
Birkaç damla yaş bıraktım Meriç Suyu’na
Dostlarımla oturdum sabaha kadar
Seni yudum yudum içtim Edirne’m
Unutmak mümkün mü mahşere kadar
Her mevsim çimlenen tohumlar gibi
Gönlümün bahçesine ektim ben seni
Senden ayrıyım diye üzülme sakın
...........................*.....................