Merhabalar,

Zaman yine ne çabuk geçmiş sevgili dostlar… Onca gün yaşanmış bitmiş, gerilerde kalmış ve işte şu an zamanın bir başka dilimini tüketmenin derdindeyiz, hatta tüketiyoruz. Şimdi belki de gazeteniz MEDYA KEŞAN’ ı elinize almış okuyor veya sanal ortamda tarıyorsunuz gazetenizi. Sonunda ben fakirin köşesinde karar kıldınız. “Acaba bizim emekli yine neler yumurtladı, hangi konularda ahkâm kesti?” diye dolaştırıyorsunuz gözlerinizi satırlar üzerinde. Ahkâm kesmek haddim değil. Bilgiçlik taslamayı ukalalıkla bir tutarım oldum olası.

Bir İstanbul Beyefendi’sinin, türlü çiçeklerle bezeli bir Gülşen de, sevgilisini uzaktan gördüğü an içinde uyanan duygularına kulak kabartalım isterseniz.

Kibar beyefendi sevgilisini o kadar uzak, o kadar ulaşılmaz ve o kadar olağan üstü bulmaktadır ki, adeta bir masal prensesi gibi söz etmektedir sevdiğinden. Her sözü ölçül, her tanımı hayranlık dolu, her duygusu aşkla örülüdür. Düşünülmeden söylenebilecek küçücük bir sözün bile sevdiğini yaralayabileceği endişesiyle dikkatlidir bizim âşık.

“Güzel bir kız gülümsüyor bana türlü çiçekler içinde

Sıcacık kalbiyle bir hoş bakıyor türlü renkler içinde

Saçının bir bölümü rüzgârla dans tutturmuş kıvrılıyor

Sesinin ahengi bülbülde yok, kız bülbül mü var içinde?”

Böyle işte.

Söyleyin bakalım dostlarım, aşklar mı değişti, biz insanlar mı? Neden böyle aşklar yok günümüzde? Çevresini umursamaz biçimde, çıktığı sevgilisiyle sarmaş dolaş dolaşan su gibi genç kızlarımıza, fidan gibi delikanlılarımıza bakıyorum da içim burkuluyor. İçimden “Nerede o ince ruhlu, nahif insanlar?  Nerede sevgilisini yaban elden, esen yelden, kıran dilden korumaya çalışan hassas ruhlar?  Neredeler?” diyorum. Değişen zamanlar gibi, değişen zamanla birlikte değişen anlayışlar gibi, insanların asıl anlamından saptırıp değiştirdiği kavram ve değerler gibi insanlar da değişmiş olmalı.   Zira artık rastlamıyoruz o tip insanlara.

Toplu taşıma araçlarında yüksek sesle konuşan, elindeki telefonla adeta bütünleşen, üstündeki öğrenci üniformasıyla yollarda itiş kakış yürüyen, birbirlerine “kanka, kanki, moruk” vs. diye hitap eden ve ortalık yerde el şakası yapan, hatta öpüşenler…

Bugün bu konuyu ele aldığıma inanın pişman oldum. Ne gençlerle, ne de toplumun her hangi bir katmanıyla derdim var. Yine de günümüz gençlerini ve ilişkilerini, aşklarını ve birbirlerine karşı olan davranışlarını oturttum sorgulama masasına ama soruyu kendime sordum: Bugüne bir anda mı geldi toplumumuz? Gençlerimiz bir anda mı çıktı büyüklerinin yürüdüğü yollardan? Gönül zenginliğimiz, ruh güzelliğimiz, aşka verdiğimiz değer bir anda mı evrildi tenselliğe?

Sorular sorular sorular… Sorular çok tabii de, cevapları var mı bu soruların, bilmiyorum.

“Halı örneğine göre dokunur.” demiş atalarımız… Biz bu gençlerimizin önüne hangi güzel örnekleri koyduk bu güne dek? Hangi rol-modelleri koyduk? Bir ulusun kültür ortamı boş bırakılırsa eğer yerini kısa sürede başka kültürler doldurur. Ben sosyolog olmadığım için konunun içine derinlemesine giremiyorum.

Neyse, içlerinizin karardığına eminim dostlar. Buna ben neden olduğum için affınıza sığınıyorum.

Ah yürek, ah isyankâr yürek, ah geveze ve söz dinlemeyen yürek… ! Sen de birçok yürekler gibi susup otursan ya… Balık hafızalarımızı kurcalamasan ya… Gördüklerini başkalarının gözlerine de sokmasan ya… İşine baksan, bacağını çelip çubuğunu tüttürsen ya… Olmuyor, susmak olmuyor. Söylemeden olmuyor.

Ben yerlere serdiğim çulumu ufaktan toplayıp ta gitmeye hazırlanırken, yüreklerinize sürdüğüm karamsar duyguların karasını birazcık ta olsa alayım diye düşünüyorum. Alayım ki, belki affınıza mazhar olurum.

“Sıkı sıkı tutalım da zamanı bir tanem

Titreyen ellerimizden kayıp gitmesin zaman.

 Çiçekler açsın sevda bahçelerimizde

Dudağım dudağında dinlendiği an.” bitti.

Güzel yaşayın, dünyaya güzel bakın, sıcak bakın, gülerek bakın. Ben kardeşiniz bunu istiyorum. Söyleyin Allah aşkına; Çok mu istiyorum?