Bir türkü söylendiğinde hep düşünürüm. Türkü için söylenen en güzel deyim “türkü yakmak.” Düşünürüm, çünkü her türkünün bir doğuş hikayesi vardır. Aşk olur da sevda olur da gurbet olur da hasret olur da vuslat olur da sıla olur da ihanet olur da haksızlık olur da türkü yakılmaz mı? Hasretin, ayrılığın, sevdanın ve gurbetin zulmü; acıyı çekenlere de yüreği burkulanlara da gönüllerin “koru”dur türküler.
Anonim türkülerini daha çok severim. Kim tarafından yazıldığı, kim tarafından söylendiği belli değildir. Ama mutlaka bir geçmişi, acı tatlı bir hikayesi vardır. Günlük yaşamımızda hayat tarzımızda türkülerimizin yeri ve önemi tartışılmaz. Bana göre türkülerimiz, arkeolojik kazılarla ortaya çıkan tarihi eserlerdir. Kültürümüzün bir parçası olup benzer duygular içerdiğinden, halkları birbirine bağlayan zincirdirler.
“Ah bu gönül arzu eder” derken, “Ayrılık hasreti kar etti cana” derken, “Kavuşmamız mahşere kaldı” derken, ne kadar acı çekmişlerdir kim bilir? Bunları söyleten aşkı hep merak ederim. O çektikleri hasreti, ayrılığı, acıyı ve zulmü türkülerin omuzları üzerine yüklemişlerdir.
Aşk ve sevdaya tutulanların duyguları türkü olur, dillerde diyar diyar dolaşır. Öyle yoğun ve büyülü bir duygudur ki kalem olsa da olmasa da türküyü yaktırır. “Her dertten yıkılmazdım, sebebim zalim oldu.” “Al mendilim sende kalsın, sil gözyaşını”, “Yürü sevdamıza yürü be Haydar. Hozalı gelinin sarı kınası umut verir bize be Haydar” derken ayrılık çekenlerin acısını, hep içimde hissederim. Bu nasıl bir duygudur? Bu nasıl bir sevgidir aman Allah’ım? “Kirpiğin kaşına değdiği zaman, sevdamın şafağı söktüğü zaman”, “Yar deyince kalem elden düşüyor, lambada titreyen alev üşüyor. Aşk kapıda yazılmıyor Mihriban”, “Yazımı kışa cevirdin, karlar yağdı başa Leylam” diyen aşk kokan duygular.
Ya sevip de kavuşamayan hasret çeken vuslatı bekleyenlerde ki duyguya ne demeli? “Her güzele gönül verme ya sevilir ya sevilmez”, “Lambanın şavkında Fadime’m sevgilim yanar”, “Al mendilim sende kalsın sakla koynunda kalsın”, Ayrılık kokan bu türküler, aşkı nasıl da ölümsüz yapıyor… “Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun? Gördün güzelleri beni unuttun”, “Sensizlik öyle zor öyle zalim ki içimden bir yerler kanıyor sanki”, “Aşan bilir karlı dağın ardını, çeken bilir ayrılığın derdini.” Bu türküleri yakarken çekilen acılar nasıl da içten anlatılıyor. “Dediler nazlı yari yad eller aldı. Kadir Mevla’m nasip eyle ölümü”, “Dedi ki nişanlıyım. Kırıldı kolum kanadım”, “Pencereden kar geliyor anam. Sevdiğimi eller almış, o da bana ar geliyor anam”, “De gel yarim, bir gülüşün bir bakışın merhem olsun yarama” Bu türküleri yakanlar, nasıl da ayrılık ve sevda içinde yoğrulmuşlardır.
Ağanın kızına aşık olup alamayan Arap Mustafa yanmaz mı Zahide’sine? “Zahide’m kurbanım n’olacak halim.Yine bir haber duydum kırıldı belim. Zahide’m bu hafta oluyor gelin” Of! Of… Bu dert, bu acı türkü yaktırmaz mı? Gençlik başımızda dumanken herkesin başından bir Zahide geçmedi mi?
Sevdasını, aşkını içine gömenler. Sevdasına karşılık bulamayanlar. Sevdalısı için mücadele edip can verenlere ne demeli? Ne güzel söylemiş büyük şair: “Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da. Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.” Ya destanlaşan sevdalar; Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha. Sevda için ölmediler mi?
Büyük sevdalar hep kavuşamayan sevdalılardan doğmuştur. “Telgrafın tellerini arşınlamalı, yar üstüne yar seveni kurşunlamalı”, “Evreşe yolları dar, bana bakma benim yârim var”, “Güzelliğin on para etmez, bende bu aşk olmayınca”, “Madem soysuz bende göynün yoğudu, niye doğru yoldan şaşırdın beni”, ”İçerim yanıyor dışarım serin, Zeynep’imi ettiler bu hafta gelin”, ”Şu Fırat’ın suyu akar serindir, yarimi götürdü anam kanlı zalimdir.” Ya o Balkanlarda ki sevdalar… Yusuf’u, Recep’i alan derin sular… “Aman bre deryalar kanlıca deryalar, Ardalılar ağlıyor Yusuf’um yoktur çaresi”, “Ah anacığım yaktın ya beni bu genç yaşta denizlere attın ya beni”, “Erzurum çarşı pazar” derken Kıpçak beyinden Sarı gelini alamayan Erzurumlu gencin çektiği acı unutulur mu? “Ela gözlüm ben bu elden gidersem, kerem et aklından çıkarma beni”, ”Çalın davullar çaydan aşağı, mezarımı kazın belden aşağı”, “Oy gelin sevdalı gelin, sana zulüm bana ölüm değil mi?”, “Kara tren gecikir belki hiç gelmez. Yara bende, derman sende. Ya kendin gel ya da bana gel de” derken kara trenin geciktiğine üzülmesi. “Lokman hekim gelse yaram azdırır. Yaramı sarmaya yar kendi gelsin.” Bu ne güzel bir duygudur…
Osman’ın Kır Ağası’yla bıçak bıçağa Misket için kavgası ve sonunda Misketin ölümü. “Güvercin uçuverdi. Kanadın açıverdi. Çağırsam uyanır mı? Ben yandım anam buna can dayanır mı?” diye türküleştirenler. “Al hançeri kadınım vur ben öleyim. Ah kapınıza bir tanem kul ben olayım” diyerek canını ortaya koyan sevdalar unutulur mu?
İftiraya uğrayıp, günlerce çektiği acıyı içine atıp kendi canına kıyanlar. “Feleğe kurban mı gittin Bodrum Hâkimi. Nasıl astın Mefharet Hanım kendini?”, ”Niye küstün bana el sözü için bunca diyar gezdim gözlerin için. Uyan Sunam uyan derin uykudan” derken acı çeken gençlerin acıları unutulur mu? “Aman ormancı, köyümüze bıraktın yoktan bir acı” diyerek ölümsüzleşen bir hayat hikâyesi nasıl da insanı büyülüyor.
Turnalarla dost olup onları kendilerine birer haberci yapıp türkülerinde kullanan insanımız. “Allı turnam bizim ele varırsan şeker söyle, bal söyle, kaymak söyle”, “Sizi bekleyen var, bizim ele gidin turnalar”, “Turnam selam söyle yare, nerden düştük biz bu derde, al beni götür yare”, “Gitme turnam vuracaklar, kanadını kıracaklar, seni benden alacaklar” diyerek turnalarla dertleşen sevdalılar.
Küçük yaşlarda evlendirilip uzaklara gurbete verilen kızların çektiği özlem, anne sevgisi nasıl da türkülerle bizlerin boğazını düğümlendirir. “Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler, Ben annemi hem babamı özledim” derken, “Hasta düştüm gelmedin bari can verende gel.” Gesi Bağlarını söylerken duyulan anne özlemi ne de güzel anlatılmış. “Atma anam atma şu dağların ardına, kimseler yanmasın anam derdime”, “Anam anam garip anam sen yoksun yanımda, kime dert yanam”, “Hastane önünde incir ağacı, doktorlar bulamadı bana ilacı”, “Bana kısmet değil dizinde yatmak, gel anam gel yanıma, kıyma yazık bu canıma.” Yıllarca radyolarda çalınması yasaklanan “Kınayı getir aney parmağa batır aney, bu gece misafirim yanında yatır aney” neymiş efendim güya lezbiyenliği özendiriyormuş.
Bu halkın duygularını susturamazsınız. Bir halkın türkülerini yakanlar, kanunları yapanlardan daha güçlüdür. Halkımız türkülerinde cinselliği kah gizli kah açık hep kullanmıştır. Çeşitli objeleri, meyveleri, hayvanları türkülerine konu etmiştir. Koyunu ve koçu erkek, yayla ova mera gibi yerleri kadın yaparak çeşitli türküler söylemişlerdir. “Halime’yi samanlıkta bastılar, şalvarını gül dalına astılar”, “Ben sana kandım Zühtü, uçkuru da çözemedim ipekten de Zühtü”, “Entarisi ala benziyor, şeftalisi bala benziyor.” “Kaytan bıyıklarımı sürsem nerelerine, yanan dudaklarımı sürsem memelerine.” Daha çok kadın memeleri ve ak gerdanları, muzır türkülerimizde kullanılmıştır. “Memeler baş kaldırmış kavuşmuyor düğmeler”, “Koynunda memeler erik dikeni gibi”, “Dam üstünde un eler tombul tombul memeler”, “Bu gün yarin bağına girdim, tomurcuk güllere ellerimi sürdüm”, “On beş yaşında da Nazife de hanıma kimler aldanmış”, “Kaç gündür uykusuzum girsem yarin koynuna, dilim durmaz huysuzum”, “Dokumacı kızlar yalelli, kırmızı don içinde kabak gibi… yatar yalelli”, “Bir taş attım camına, düştü Muğla damına, Emine karısı vermese çıban çıksın…”, “Şimdiki kızlar ne hoş olur kucakta, öpüşürken yemek yandı ocakta”, “Akşama geleceğim zalim anan evde mi? Tavukları pişirmişem, anamı da çarşıya göndermişem” Ne hoş, ne de güzel benzetmişler. O an içinden geldiği gibi duygularını söze dökmüşler, hiç bunlardan utanılır mı?
Dedem, “Ya sevda için ya haksızlık için ya da vatan için dağlara çıkılır,” derdi. İnsanımız türkülerini aşka söylemiş, sevdaya söylemiş, telli turnaya söylemiş, sonra da haksızlığa zulme söylemiş. Zengine verdin mi adaleti, fakire de düşer martini. Haksızlığa, zulme uğrayıp, adalet kapılarından geri dönüp, hakkını, hukukunu kendi arayanlar. “Çiftlice muhtarı p.şttur p.zevenk, Hekimoğlu geliyor bir omuzdan bir omuza yüz arma fişek.” “Halil’im burası Aspat değil Bitez yalısı. Ciğerime sancı sardı kurşun yarası. Çakırdı Gülsüm’ümü Çerkez Kaymakam aldı”, “Anadan geçilir yardan geçilir mi? At martinini de bre Hasan dağlar inlesin. Drama mahpusunda dostlar dinlesin” derken masaya yumruğunu vurmayan var mı?” Benden selam olsun Bolu Bey’ine, çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır.” Haksızlığa uğradığında kimler söylemedi bu türküyü. Pir Sultanlar gibi dağarcığına giderken ‘dostumun attığı taş yaraladı beni’ diyerek. “Zülfün kemendine kondum asıldım. Dost senin derdinden ben yane yane” Kerimoğlu Eyüp Efe’nin dağa çıkıp ağa ile hesaplaşması” Al kanlara boyanmış Kerimoğlu’nun her yanı”, “Aydın dağını oymuşlar içine de martini koymuşlar. Yörük de Ali’nin adını Hz. Ali koymuşlar. Hey gidinin efesi, efelerin efesi”, “Bize de Çakıcı derler yıkarız konakları”, “Ferman padişahın, dağlar bizimdir” diyerek haksızlıklara karşı başkaldırışlar, bu can türküler olmasa haksızlıklar duyulur muydu?
Acılarını, yoksulluğunu, hapishane günlerini nasıl da güzel anlatmışlar. “Soyun da gir koynuma tenim ilaçtır benim”, “Başın öne eğilmesin, aldırma gönül aldırma”, “Oy dere Kızıldere biz de can mı bıraktın sana can vere vere”, ”Gelme demedim mi Merdo vururlar seni”, “Zalimler pusudaydı.Ucuz can pazarıydı. Uğurlar olsun, uğurlar olsun”, “Metrisin önü bir uzun alan, bir tek seni sevdim gerisi yalan” “Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana”, “Ağladıkça, bozkırlar yeşerecek göreceksin” derken çekilen acılar insanın içini burkmuyor mu?
Ah o gönülleri kor eden türkülerimiz. Aşkı, sevgiyi, özlemi, ayrılığı, gurbeti, zulmü taa yüreğinin içinden gözyaşını damla damla akıtarak anlatan türküler. Türkülerimizin hepsinde bir yaşanmışlık vardır. O anın acısını hüznünü, kederini, heyecanını ya da sevincini anlatırlar. Türküler direk yürekten gelir onlardaki duygu yoğunluğu başka hiçbir müzik türünde bulunmaz. Türkülerimiz dertlerimize özel bir ilaç, yaralarımıza bir şifadır. Acıyı çekenlere, yüreği burkulanlara; sevdanın zaferi, sılanın sesidir. Sızlayan yüreklerin, hasretlik ile tutuşan gönüllerin, sönmeyen ateşidir türkülerimiz. Şairimizin dediği gibi “Türkülerimiz Ana sütü gibi candan, ana sütü gibi temizdir” Aşıklar der ki: Nerede bir türkü söyleyen görürsen korkma git yanına otur. Çünkü kötü insanların türküleri yoktur…
10.11.2020
FERHAT GÜNDOĞDU
(Yenimuhacir/Keşan)