Hıdırellez günleri çocukluğumda en sevdiğim günlerdir. O gün kutlama yapılır, kırlara çıkılır, çimenler üzerinde hatta henüz biçilmemiş, başak vermemiş, buğday tarlaları üzerinde yuvarlanılırdı.
Hıdırellezin olduğu günü takip eden Pazar gününde dallığa gidilirdi. Annem dallık için çeşitli yemekler yapardı. Dallığa ilk gidişimi hatırlıyorum. İlkokulun birinci veya ikinci sınıfındaydım, o gün dallığa öküz arabası ile gittik. Araba ağaç dalları ile süslenmişti. Öküz arabası ile hıdırelleze hangi yılda gittiğimi hatırlamıyorum. 1948 yılı olabilir. 
O günün Keşan’ında sadece iki taksi vardı. İnsanlar dallığa at arabası veya öküz arabası ile giderlerdi. Belki mevcut iki taksi ile de gidenler de vardı. 
Dallık dediğim koru İpsala yolunun sağ tarafında kalıyordu. Özel mülktü. Keşan’da yaşayan Kolu Kısalar adıyla bilinen bir aileye aitti. Babam da öğle üzeri dükkanı kapatır. Dallığa gelirdi. Babam, işi sebebiyle ramazan ve kurban bayramının birinci ve ikinci günleri, bir de hıdırellez günlerinde bizimle birlikte olurdu. Bu sebeple hıdırellez günlerini de bayram günleri gibi severdim.
Ancak düşünceme göre o yıllarda ailelerin belki de çoğu üstü açık kamyonlarla dallığa gidiyordu. 
İpsala yolundaki Kolu Kısalar korusuna kaç defa gittiğimi hatırlamıyorum. İki sene gittiğimden eminim, üç yılda olabilir.
Sonraki yıllarda dallık olarak Uzunköprü yolunun solunda kalan koruya gitmeye başladık. Bu koru Zati Beyin korusuydu. Zati Bey 1950 öncesinde Keşan Belediye Başkanıydı. Koru, Paşayiğit köyü hudutları içindeydi.
1960 yılını takip eden yıllarda Türkiye kendi otomobilini üretmeye başlamıştı. Renault 12, Anadol, Murat 124 otomobilleri Türkiye’de üretilen yerli otomobillerdi. Ailelerin çoğu hıdırellez kutlamaları için dallığa kendi otomobilleri ile gidiyordu. Dallığa öküz arabası ile üstü açık kamyonla gitmek bir anı olarak geçmişte kalmıştı.
Hukuk Fakültesini bitirmiştim. Tuzla’da yedek subay okulundaydım. Yedek subay okulunda Cumartesi günü izin verilirdi. Pazar günü de saat 19.00’a kadar izin devam ederdi. İzine çıktığım bir Cumartesi günü Keşan’a gittim Pazar günü dallığa gidilecekti. 
Fakülteyi bitirmeden önce evlenmiştim. Fakültenin son sınıfında iken oğlum Murat doğmuştu. Pazar günü eşim, kucağında Murat, annem, ağabeyim, ağabeyimin çocukları dallığa gittik. Ablam, eniştem ve oğlu Cengiz’de bizimleydi. 
Tam saatinde Tuzla’da piyade okuluna girişimi yapmak için saat 12.00’de dallıktan ayrıldım. Eşimle vedalaşırken radyoda “alnına koyarken veda buseni” şarkısı okunmaya başladı. Tabi olarak eşim ve ben hüzünlendik. Duygu yüklü bir anı oldu. Hatırlamak hayal etmek cana değer derler. Ben de o anı hatırladığımda duygulanırım. 
Yaşım ilerledi son veda busemi alnına ne zaman koyarım bilemem. Belki daha uzun müddet yaşarım. Yaşadığım müddetçe Yusuf Nalkesen’in bestelediği bu şarkı, her okunuşunda beni o ana götürecek. O anı bana yaşatacaktır.