“Eğitim-Sen olarak Öğretmenler Günü’nün 5 Ekim’de kutluyoruz
“Keşan’da Eğitim geriye doğru gidiyor
“Gelen Bakan giden bakanı aratıyor
MEHMET AYTAÇ
24 Kasım Pazartesi günü akşamı Fe TV’de Erdoğan Demir’in sunduğu “Geniş Açı”Programı’nın konuğu Eğitim-Sen Keşan Temsilciliği Başkanı Asalet Koç oldu.
Koç, 24 Kasım Öğretmenler Günü ve eğitim ile ilgili Keşan ve ülke genelindeki eğitim ile ilgili açıklamalarda bulundu.
EĞİTİM SEN OLARAK 24 KASIM’I DEĞİL 5 EKİM DÜNYA ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ KUTLUYORUZ
Koç “Şimdi 24 Kasım Öğretmenler Günü Türkiye'ye özgü olarak kutlanılan bir gün.
Aslında tüm dünyada 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü olarak kutlanılıyor. Ama Türkiye'de bugün 12 Eylül darbesinden sonra 24 Kasım Öğretmenler Günü olarak ilan edilmiş. Ve ne yazık ki yine bugün öğretmenlerin en acil sorunlarının görmezden gelindiği bir gün olarak kutlanılıyor. 24 Kasım'ın şöyle bir arka planına baktığımızda Atatürk'ün millet mekteplerinde Başöğretmenliği kabul ettiği gün olarak kutlanmış. Ama 1980'e kadar ülkemizde 24 Kasım, daha doğrusu Öğretmenler Günü diye bir gün hiçbir zaman kutlanmadı. Gündeme de alınmadı. Kutlanılacak haftalar, günler içinde de okullarda kutlanılacak günler içinde de hiç bir zaman olmadı. 12 Eylül 1980 tarihinde darbe olduktan sonra 12 Eylül faşizmi iktidara geldikten sonra 24 Kasım öğretmenler günü olarak Atatürk'ün doğumunun 100. yıldönümü vesilesiyle 24 Kasım öğretmenler günü ilan edildi. 24 Kasım o gündür bugündür 24 Kasım öğretmenler günü olarak kutlanıyor. Ama bütün dünyada 5 Ekim Dünya Öğretmenler günü olarak kutlanılıyor. Biz Eğitim-Sen olarak 24 Kasım Öğretmenler Günü'nü kutlamıyoruz. Şundan dolayı kutlamıyoruz. Aslında bugün şundan dolayı kutlamıyoruz. Çünkü 12 Eylül, Cuntası öğretmenlerin öz örgütlüğünü ortadan kaldırdı. Yüzlerce arkadaşımız gözaltına alındı, mesleklerinden men edildiler. Öğretmenlerin o zamanki en büyük örgütlerinden olan TÖBDER kapatıldı. Bütün mal varlığına el konuldu. Öz örgütlülüğü ortadan kaldırıldı. Eğitimin demokratik içeriği, ilerici içeriği, baştan aşağı müfredat değiştirildi. Dolayısıyla öğretmenlere biçilen rol, 12 Eylül faşist şuntası tarafından biçilen rol, kendi belirlemiş oldukları dünya görüşü temelinde öğrenci ve toplumu biçimlendirmek için ona yönelik öğretmen yetiştirmek ve ona yönelik bir toplum dizaynı oluşturmak amacıyla ilan edilmiş bir gün. Dolayısıyla biz 24 Kasım Öğretmenler Günü'nün her ne kadar Mustafa Kemal Atatürk'ün Baş
öğretmenliği kabul ettiği bir gün olarak kabul edilse bile kabul edildiği bir gün olduğu için tarihsel bir önemi var. Ama ondan daha önemli, 1980'den sonra onun bir de simgesel bir önemi var. Dolayısıyla bugün çeşitli salonlarda
24 Kasım Öğretmenler Günü'nün dolayısıyla öğretmenlere övgülerin dizildiği, ne kadar kutsal ve onurlu bir iş yaptıklarının söylendiği bir gün olarak dile getiriliyor ama öğretmenliğin ve öğretmenlik mesleğinin Türkiye'deki eğitimin sorunlarının gözden kaçırıldığı, üstünün örtüldüğü, perdelendiği bir gün olarak ne yazık ki 365 gün içindeki herhangi bir günden farklı olarak devam edip gidiyor. Böyle bir gerçek değil. Biz 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü'nün tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kutlanılması gerektiğini, öğretmenlerin statüsünü yükseltilmesi, ekonomik özlük haklarının iyileştirilmesi için ki Türkiye buna da imza atmıştır. Ama ne yazık ki bu çok da böyle gündeme getirilen aktığı imzanın gereğini yerine getiren hükümetler ne yazık ki şimdiye kadar çıkmadı.”
KEŞAN’DA EĞİTİM GERİYE DOĞRU GİTTİ
Koç, Keşan’a 14 yıl öncesi Keşan’ın eğitim kalitesi ve merkezi sınav sisiteminde daha üst sıralarda olduğunu belirterek “Keşan'da yaklaşık 13.145 öğrenci, 69 kurumumuz var, 682 dersliğimiz var. 1163'de öğretmen Keşan'da eğitim-öğretim faaliyetine devam etmekti. Son yıllarda ne yazık ki Keşan, ben Keşan'a ilk geldiğimde yaklaşık bundan 14 sene önce falan, Edirne merkezi sınavlarda, Milli Eğitim tarafından yapılan, merkezi sınavlarda oldukça iyi bir yerdeydi. Keşan da bunun en önemli taşıyıcılarından biriydi. Edirne'yi ileriye taşıyan ilçelerden biriydi. O bağlamda baktığımızda zaten Edirne'nin en büyük ilçesi. Çok daha iyi bir noktaydık. Ama bu 15 yıllık süre içinde ne yazık ki Keşan Türkiye'de sıralamada gittikçe aşağıya doğru. Eğitimde bir gerileme merkezi sınavları sonuçlarını baz aldığımızda bir gerileme söz konusu. Tabii bunun da çeşitli nedenleri var. Sadece Keşan'daki kendi dinamitlerine bağlayabileceğimiz bir şey değil. Bir sürü ülkenin temel gidişatıyla ilgili de olumsuz şeylerin bu ülkede Keşan'a yansıması da söz konusu.”şeklinde konuştu.
GELEN MİLLİ EĞİTİM BAKANI GİDENİ ARATTI
Koç, 2002 yılından bu yana 7-8 Milli Eğitim Bakanı’nın görev yaptığını belirterek, “Vallahi şimdi burada kişilerin 2002'yi neredeyse çeyrek asır geçti. Bakın 100 yıllık cumhuriyetin çeyrek asırını AK Parti'ye, AKP iktidarı döneminde geçirdik. Dolayısıyla bu süre içinde onlarca ama sayısını tam hatırlamamakla birlikte 7-8 tane bakan değişti. Yani şimdi siz bana öyle bir soru soruyorsunuz ki hangisi iz bıraktı? Bu soruyu iki şekilde cevaplayabilirim. Olumlu yönlerini ve olumsuz yönlerini eğitimdeki çıktığına baktığımızda, inanın gelen gideni her geçen yıl arattı. Türkiye'deki eğitimin durumu eğer bu noktadaysa, her geçen yıl eğitim göstergelerinde, dünya sıralamasında, PİSA sınavlarında geriye doğru gidiyorsa, olumlu bir ilerleme sağlayamıyorsak ve eğitimin niteliği her geçen gün düşüyorsa demek ki böyle ismini yazdırmış ya da kendini belli etmiş damgasını vurmuş olumlu anlamda damgasını vurmuş bir bakanımızı hatırlatmakta ne yazık ki zorluk yaşıyorum. Ama derseniz ki gelen geçen bakanların içinde eğitimi her şeyiyle tepeden tırnağa kimler değiştirdi? Gelen her bakan da aynı şeyi yaptı ve bunlar bir iktidar süresi içinde oldu. Bir önceki bakanın yaptığını bir sonraki gelen bakan değiştirdi. İşte şimdi de işte Marif 100 yılıdır, Türkiye 100 yılıdır ve benzeri şekillerde devam edip gidiyor. Yani ne yazık ki ileriye yönelik, daha iyiye giden bir süreci göremedik.”
EĞİTİMİN SÜRESİNİN KISALTILMASI
Koç, eğitim süresin,in kıslatılacağı söylemlerinin olduğunu da belirterek buı konuda şunları söyledi.
“Biz de bunu zaman zaman ulusal basında falan okuyoruz. Televizyon tartışmalarında falan izliyoruz. Türkiye'de eğitim sürelerinin kısaltılması gerektiğini, bunun çok fazla olduğunu ve benzeri gerekçelerle bunu kısaltmayı falan ifade ediyorlar. Ama bir gerçekler, bütün dünyada aslında bizim yönümüzü döndüğümüz, çağdaş, gelişmiş ülkelere baktığımızda temel eğitimin 12 yılla sabitlendiğini görüyoruz. Belki oralarla bizim aramızdaki en büyük farklardan biri şu, oralarda mesleki eğitimin daha ağırlıklı olduğunu, akademik ve yüksek eğitime giden öğrenci sayılarının daha düşük olduğunu, ara eleman ihtiyacını dikkate alan bir eğitim planlaması yaptıklarını ama bunu yaparken de eğitimin bütün paydaşlarıyla,
öğrencileriyle, öğretmenleriyle, velileriyle, toplumun bütün kademeleriyle birlikte bunun üzerine kafa yoruyorlar ve uzun vadeli bir planlama yapıyorlar. Biraz önce bahsettiğimizde şunu söyledik. Dedik ki, şimdi 23 yıllık AKP iktidarı döneminde, biz 8-9 tane, belki 10 tane hatırlamadım şu an ama epeyce bir bakan değişti. Her bakanda neredeyse bir önceki bakanın söylediğinin, işte eğitimden yeniden çağ atlıyoruz, haramak kaldı, az kaldı, şöyle oldu, böyle oldu diye bir takım değişiklikler yaptılar. Ama bunu yaparken eğitimin hiçbir paydaşıyla Yaptıkları hiçbir değişiklikte öğretmen uygulamakla mükellef olan öğretmen yok. Onların örgütlenmeleri, örgütlülükleri yok. Veli yok. Öğrenci yok. Sivil toplum kuruluşları yok. Uzun erimli çalışmalar yok. Ve böyle ben yaptım oldu zihniyetiyle Türkiye ne yazık ki çok fazla yol alamıyor. Türkiye çok önemli bir kuşağını bu Bütün nüfus projeksiyonlarında şunu görüyoruz, bizim toplumumuz yaşlanıyor. Bizim toplumumuz
yaşlanıyor, dolayısıyla üretimden yaratıcılığa kadar toplumun her kesiminde Bizim iyi yetişmiş insanlara ihtiyacımız var. Bunu da eğitimle yapabiliriz ancak. Ve biz ne yazık ki bu genç kuşağımızı her zaman siyasilerden şunu duyardık. Türkiye'nin en büyük şanslarından biri genç kuşağı. Gençlik. Ama bütün nüfus projeksiyonları bize şunu gösteriyor. Türkiye'de doğum oranları hızla düşüyor. var olan çocuklarımızı, gençlerimizi iyi eğitmemiz gerekiyor, nitelikli bir eğitim vermemiz gerekiyor ki Türkiye'yi ileriye taşıyabilsinler, Türkiye'de mutlu bir gelecekleri olsun. Oysa bugün çeşitli araştırmalara baktığımızda Şunu görüyoruz. Türkiye'de, Türkiye'nin çocuklarının umudu yok. Gençlerinin bu ülkede beklentileri yok. Beklentileri, geleceklerini başka bir yerlerde arıyorlar.
Dolayısıyla hani, hangi bakan sorusu? Bunun bir cevabı yok bizde ne yazık ki. Söyleyemeyeceğim yani. Her biri birbirinden daha kötüydü ve daha kötüye gidiyor ne yazık ki.”
TAŞIMALI EĞİTİM
“Türkiye'de taşımalı eğitim bu 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilince ortaya çıktı. Aslında bunu şeyle de bir ilişkilendirebiliriz benim kişisel görüşüm. Türkiye'nin kentleşmesiyle yakından ilintili bir şey. Türkiye 1950'den sonra kırsalın kente göçüyle başlayan ve kentlerin hızla ve aniden büyümesiyle gelişen sosyolojik bir gerçek ve arka planı var. Ama bunun en fazla hızlandığı yıllar 1980 ve sonrası. 1980'den sonra Türkiye'deki kırsal nüfus yavaş yavaş iş gücü olanaklarının olmaması, toprağın insanları doyuramaması, eğitim olanakları, sağlık gibi çeşitli nedenlerden dolayı insanlar üretimden koptular ve büyük şehirlere taşınmaya başladılar. Dolayısıyla bunun bir sosyolojik boyutu var, bir de politik bir tercih boyutu var. Türkiye'de şimdi nüfusun büyük bir kısmı merkezlerde yaşıyor, köylerde çok az bir nüfus yaşıyor. Dolayısıyla köylerde çok az nüfus yaşadığı için de taşımalı eğitim yapıldı. Eğitim aslında evet, pahalı bir iş. Ama katma değeri de döngüsel olarak çok fazla olan bir iş. Yani evet, bugün eğitime yatırdığınız bir parayı yarın hemen bunun artısını elde edemeyeceksiniz ama 10 yıl sonra, 15 yıl sonra bunların artısını elde edebilirsiniz. Taşımalı eğitim de köylerdeki eğitim olanaklarının dolayısıyla o kesintili 8 yıllık temel eğitime geçildikten sonra köy ilkokullarının büyük bir kısmı kapandı. Onları belirli merkezlere topladılar. Belirli merkezlerde taşımalı eğitime geçtiler. Bu da Daha önce 10-15 öğrencinin, hatta bazı köylerde çeşitli zamanlarda köydeki arkadaşlarla karşılaştığımda bizim Keşan'ın köylerinde, Enez'in köylerinde 160-170 öğrencinin olduğu, devasa köy okullarından bahsediyoruz. Şimdi taşınmalı eğitimde bile bu sayılara ulaşmak neredeyse imkansız. En azından bizim bölgemizde imkansız. Dolayısıyla bir süre sonra insanlar köydeki olanakların değişmesiyle birlikte daha iyi eğitim alabilmek için, sağlık hizmetinden yararlanabilmek için merkezlere doğru kayınca da o köylerdeki Cumhuriyet'in kıt kanaatle oluşturmuş olduğu köy okulları ne yazık ki kendi kaderine terk edildi. Dolayısıyla şimdi ne kadar köylere hayat vermek istesek bile kaybettiğimiz o şeyleri bir daha bulmak ne yazık ki çok kolay değil. İnsanları tersine köye teşvik etmek de çocukların orada eğitim görecekleri olanakları yaratmak da o kadar kolay değil. Elbette ki yaratılabilir ve Türkiye'nin bu olanakları var mı? lbette ki yapabilir. Ama çok uzun vadeli ve sabırlı politikalarla uygulanabilecek bir şey. Üç öğrencinin olduğu yere de bu cumhuriyet bir öğretmenini gönderebilir, eğitimcisini gönderebilir. Bunu yapabilir. Ama bu bir tercih meselesi diye düşünüyorum.”
RİSKLİ OKULLARIMIZ
“Şimdi deprem bu ülkenin bir gerçeği. Dolayısıyla depreme dayanıklı öğrencilerimizin can güvenliklerine dikkate alan onların eğitim öğretim faaliyetlerini devam ettirebilecekleri binalar inşa etmemiz gerekiyor. Dolayısıyla Keşan'da da işte ilk yıkılan okullardan biri İnönü İlkokulu'ydu. Onu yıkıp yeniden inşa ettiler. Şu an inşaatı devam ediyor. Sanırım ikinci dönem falan eğitim öğretime açılır. Onun dışında aşağıda Cumhuriyet ve Anafartalar İlkokulları yıkıldı ama onların boşaltıldı. Başka okullarda ikili eğitime devam ediyorlar. En sonunda Keşan Lisesi, Keşan'ın Anadolu Lisesi'ne taşındı. Deprem riski dolayısıyla. Özellikle Keşan Lisesi üzerinde şöyle durmak istiyorum şimdi. Keşan Lisesi'nin, Keşan için şöyle bir önemi var. 1960'larda 70'lerde bu ülkenin hemen her yerinde ne yazık ki lise yoktu. Ama Keşan Lisesi burada onlarca değeri yetiştiren ve kendine özgü mimarisi olan okullardan biri. Şimdi mülki idareden şunu biz bekliyoruz. O okulun aslında uygun olarak yeniden inşa edilmesi ve bir an önce inşa edilmesi gerekiyor ki bizim öğrencilerimiz hem Anadolu Lisesi'ndeki öğrencilerimiz hem de Keşan Lisesi'ndeki öğrencilerimiz bir an önce daha sağlıklı ortamlarda eğitim öğretimlerine devam etsinler. Bu ülke, bu devlet kesinlikle ama kesinlikle o okulları altı ay içinde, bir yıl içinde yıkıp yeniden yapabilecek ekonomik güce ve büyüklüğe sahip. Bu bir tercih meselesi ve öncelik meselesi. Depremde hiçbir şekilde zamanını bilebileceğimiz bir doğa olayı değil. her an olabilir, her zaman olabilir. Dolayısıyla özellikle toplu yaşanılan, öğrencilerimizin yaşamış olduğu, günlerinin büyük bir kısmını geçirmiş oldukları bu okulları bir an önce yıkıp yeniden yapmakta, inşa etmekte fayda var. Bunu yaparken elbette ki şuna da dikkat etmek gerekiyor. Ne yazık ki biz okulları yaptırarken, okulları inşa ederken öğrencilerin yaş gruplarını estetik anlayışlarını da dikkate almamız gerekiyor. Onların yaş düzeylerine uygun. Gerçekten geleceği de öngörerek, geleceğin nüfus projeksiyonunu da dikkate alarak inşa etmekte fayda var. Gelecekte ihtiyacımız olması ya da nüfusumuzun gidebileceği yer, ne ona uygun nüfus projeksiyonunu da dikkate alarak okullar inşa etmemiz gerekiyor. Keşan'da yıkılan ve boşaltılan okulların dışında altyapı problemi olan diğer okullarımız da var. Yani biz Keşan'da uzun yıllardır yeni diyebileceğimiz birkaç okulun dışında diğer okullar nereden bakarsanız 35-40 yıllık, 50 yıllık, 60 yıllık okullarda Kurtuluş. Öyle. Rasim Ergene ilkokulu ve ortaokulu eski. Evet, Yekta Baydar Ortaokulu, her ne kadar yakın zamanda, 90'larda yapılıyor galiba ama ona rağmen hani fiziksel koşullarını iyileştirmek gerekiyor, düzenlemek gerekiyor. Bizim okullarımız sadece bina inşa etmekle değil, Donatılarını da iyi yapmamız gerekiyor.
Biz de hemen hemen hiçbir okulumuzda doğru düzgün bir konferans salonumuz yok, spor salonumuz yok, tesisimiz yok, laboratuvarlar eksik, kütüphaneler yok. Buna benzer bir sürü donatı eksikliği var neyazık ki. Ve bunların bir an önce tamamlanması gerekiyor. Eğitimin niteliğini bir üst noktaya taşıyabilmemiz için sadece eğitim dediğimiz şey öğretmenden ibaret değil. Yani bizim Keşan'ın en büyük handikaplarından biri bence çocukların sosyal ortamlar, daha doğrusu kendilerini geliştirebilecekler sosyal etkinliklerden uzak olması. Kent ne yazık ki bu konuda oldukça zayıf.”
MEB BÜTÇESİ
“Şimdi bildiğiniz gibi her Ekim'in sonu Kasım ve Aralık ayı gelince Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından iki bin yirmi altı yılının bütçesi hazırlanıyor ve meclisin onayına sunulacak. Ondan sonra da oradan yetki alacaklar. Oraya baktığımızda şunu görüyoruz. Öngörülen 2026 bütçesinde öngörülen rakam 1 trilyon 943 milyar 965 milyon küsur liralık bir bütçe teklifi söz konusu 2026 yılı için. Ama bu bütçeye baktığımızda Bu bütçenin büyük bir kısmı yani 1 trilyon 943 milyarlık 944 milyar diyelim, yuvarlayalım. Bütçenin büyük bir kısmı yatırma değil, zorunlu harcamalara gitmekte. Bu bütçenin büyük bir kısmı yaklaşık %86'sı personel gideri ve SSK ödemelerine gidiyor. Onun dışında eğitim yatırımları ne kadar diye baktığımızda 2002 yılında MEB bütçesinin eğitim yatırımlarına ayrılan pay %17.18. 2025 yılında ise bu 9.73 oranı. 2026 bütçesine baktığımızda yani gelecek yılın eğitim bütçesinde ise 2025 yılının bile daha gerisine düşüyor. Yatırıma ayrılan toplam pay 8.26. Bu 8.26 Çok çok düşük. Dolayısıyla oradan şöyle bir sonuç çıkarabiliriz. 8.26 bizim Keşan'a nasıl yansıyor? Bizim Keşan'a şöyle yansıyor işte. Kurtuluş İlkokulu'nu yapamıyoruz. Keşan Lisesi'ni yapamıyoruz. Anafartaları yapamıyoruz. Cumhuriyet İlkokulu'nu yapamıyoruz. sosyal donatıları daha nitelikli ve donanımlı hale getiremiyoruz okulları. Bize böyle yansıyor. Peki bunun gibi en azından yerelimize yansıması da bu. Yani yekün büyük, Ama bunun büyük bir kısmı personel gideri ve cari harcamalar, SSK ve benzeri şeylere, personel gideri ve SSK primlerine gidiyor. Zorunlu harcamalara gidiyor, kiraya gidiyor, oraya gidiyor, buraya gidiyor. Yani sistemi döndürmeye odaklanmış tamamen aslında.Sistemi daha da iyileştirmeye yönelik bir şey. Ne yazık ki öyle bir bütçeden bahsedemiyoruz.”
1 MİLYON 50 BİN ÖĞRETMEN ATAMA BEKLİYOR
“Yani şu an Türkiye'de milli eğitimin bünyesinde 1.034.000 öğretmen görev yapmakta. 1.034.000 öğretmen var. Bu 15.000 öğretmenle dağıtıldığında atanacak işte. Onların yaklaşık 1.050.000 öğretmene ihtiyacı var. 18.000.000'de öğrencisi var. Türkiye'de öğretmen açığı var mı? Elbette ki var. Yaklaşık milliyetimin kendi rakamlarından milletvekillerinin sorduğu gen soru önergelerine verdikleri cevap da şunu görüyoruz. Yaklaşık 130 bin öğretmene ihtiyaç olduğunu ifade ediyorlar. Zaten bunun 1 milyon öğretmen, 1 milyon 50 bin öğretmenin içinde her sene ortalama 10-15 bin, 20 bin arası bir bizim emekli olan öğretmenimiz vardı. Ama son yıllardaki ekonomik koşulların giderek kötüleşmesiyle birlikte emekli olmanın öğretmen sayesinde ciddi bir düşüş yaşandı. 7-8 bin lira kadar düştü son yıllarda. En son baktığım rakamlar da 10 binin altındaydı. Dolayısıyla bunun aslında 5000 yeni öğretmen aldı. Sisteme giren 5000 öğretmen var. Peki bu 130.000 öğretmenin açığı, soru önergelerine verdikleri açığı nasıl kapatıyorlar? Ne yazık ki ücretli öğretmenlerle karşılıyorlar. Ücretli öğretmenler de ayrıca bir başlık altında eğitimdeki bu dağınık, daha doğrusu birden fazla statüte çalışan eğitim emekçisi arkadaşlarımız var. Onların da başka başka problemleri var. Bir milyona yakında atanamayan öğretmen var. Bakın yani şimdi. Öğretmenlik mesleğinin temel iki kaynağı var. Biri eğitim fakülteleri, biri de fen edebiyat fakülteleri. Birinci kaynak eğitim fakülteleri, ikinci kaynak fenedebiyat fakülteleri.”
ÖĞRETMENLİK MESLEK KANUNU
“Biz, hatırlıyorsanız biz basın açıklaması ve yürüyüş yapmıştık. Diğer eğitim sendikalarıyla birlikte iş bırakma eylemi de olmuştu. Bu öğretmenlik meslek kanunu ya da daha önce eski ismiyle öğretmen kariyer basamakları sınavı ya da yönergesi diyebir yönerge çıkarmışlardı. Yanlış hatırlamıyorsam 2005-2006 yılında çıkarılmıştı. Orada uzman öğretmen ve baş öğretmenlik diye tarif etmişlerdi. Bunu en sonunda öğretmenlik meslek kanunu adı altında bir yasaya kavuşturdular. Ama şimdi şöyle bir şey, ne yazık ki öğretmenlik mesleğinin statüsünü yükseltmeye yönelik onun itibarını yukarıya taşıyacak bir meslek kanunu olmaktan çok uzak. Bu sadece kariyer dediğimiz, öğretmenleri çeşitli kademelere ayıran bir meslek kanunundan bahsediyoruz. Ben bir meslek kanunu dediğimde tıpkı avukatlık meslek kanunu gibi bir kanun aklıma geliyor. Yani avukatlıkla ilgili bütün her şeyi tek bir yasa kanunun altında toplandığı özlük haklarının, sorumluluklarının, ödevlerinin tek bir başlık altında bir yasa etrafında derli toplu toplandığı bir kanun diye düşünüyoruz ilk başta ama bizde topu topu 40-50 maddeden oluşan sadece öğretmenlik meslek basamaklarının işte uzman öğretmen, uzman öğretmen, baş öğretmen akademelerinin ve öğretmen akademilerinin kuruluş esaslarının da olduğu bir kanundan bahsediyoruz. Yani bu bizim problemimizi çözmeye yetmiyor. Bakın şimdi bizde yaklaşık 1 milyon öğretmen var. Milli Eğitimde 1.050.000 öğretmen var. Halen görevde olan öğretmen sayısı bu meslek kanunu bağlamında düşündüğümüzde 249.198 baş öğretmen var. Uzman öğretmen sayısı ise 66.658. Yani toplamda kariyer basamaklarının ekonomik avantajlarından yararlanabilen öğretmen sayısı sadece 315.000. Bu da bir milyon elli bin öğretmenin içinde üçte birini oluşturuyor. Üçte ikisi ne yazık ki eğitim kurumlarında bu kariyer basamaklarının yaratmış olduğu ekonomik eşitsizlikler nedeniyle daha düşük maaş almakta. Böyle bir gerçeğimiz var. Şimdi bu işte daha çok ekonomik boyutuyla falan düşünülmüş bir şey. Ama o da öğretmenler arasında. Biz zaten uzmanız. Öğretmen kendisi zaten biruzmanlık mesleği. Bunu tekrar çeşitli sıfatlarla nitelendirmek gereksiz bir şey ve anlamsız bir şey. Yani bir mühendisle yüksek mühendis arasında fark var. Ya da doktor ama uzman doktor dediğimizde çocuk doktoru aklımıza geliyor. Çeşitli branşlar bunun üzerine ekstra bir eğitim alıyor ve şey yapıyor, kariyer yapıyor ve kendi alanıyla ilgili çalışma yapıyor. Evet doktor ama çocuk doktoru, kadın doktoru, psikiyatri doktoru vs. Ama bizde öyle bir şey değil. Öğretmen de, baş öğretmen ya da uzman öğretmen aynı matematik dersini anlatıyor. Ve aynı şekilde anlatıyor, aynı sınıfa giriyor birine. Farklı bir ücret yerine farklı bir ücret. Aynı işi yapan ama farklı kademelerde derecelendirilenmaaşlar söz konusu. Bu bizim problemlerimizi çözmüyor ne yazık ki. Eğitimin hiçbir problemine de ilaç olacak değil diye düşünüyorum.”
ÇEDES
“ÇEDES Milli eğitim son yıllarda şöyle bir yola gitmeye başladı. Özellikle tarikat ve cemaatlerle diyanetle çeşitli protokoller imzalayarak onların milli eğitim sisteminin içine soktu, sınıflara soktu. Yani şunu görmek gerekiyor. Okullarda sadece öğretmenler yok ne yazık ki. Artık çeşitli tarikatlarla, cemaatlerle, Diyanet İşleri Başkanlığının da personellerinin zaman zaman okullarda gelip etkinlik yaptığı alana dönüştürdüler. Türkiye'de bu da layık eğitimi aşındıran, ona zarar veren bir şey. Kaldı ki bu yapılan protokollere biz sendika bağlamında davalar açsak bile artık neredeyse zaman zaman şunu görüyoruz, ilçe bazına kadar düştü. İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri yapıyor, bazen Milli Eğitim Müdürlükleri yapıyor, bazen Bakanlık merkezinde yapıyorlar. Bunlara dava açmak yetmiyor. Bu uzun yıllar zaten sürüyor. Yani yaptığınızda onu kaybetse bir tane daha yapıyor.
ÇEDES'i şöyle tarif etmek gerekiyor diye. Okullarımızda işte imamlar, manevi danışmanlar, vaizler, bunlara bağlı memurlar yasaya aykırı şekilde görevlendiriliyor. Bizim bölgemizde henüz görevlendirmeler yapılmadı ama bu yapılmayacağı anlamına falan gelmiyor. Türkiye'nin çeşitli yerlerinde. Bu ÇEDES projeleri kapsamında zaman zaman siz şeylerde falan da görüyorsunuzdur. Televizyonlara falan da çıkıyor işte. Ölü gömme törenleri. İşte çocukları alıyorlar çeşitli yerlere, okul dışındaki yerlere şeye götürüyorlar, gezmeye falan götürüyorlar. Her ne kadar bunu şöyle tarif ediyorlar, gönüllülük temeli. Evet, protokol de yazıyor gönüllülük temeli ama. Velilerden izin alındığı ifade ediliyor ama uygulama pek de öyle olmuyor. Bizim Keşan'da belki bu çok başarılabilecek bir şey değil. Ama Türkiye'de Keşan'dan ibaret değil. Yani Türkiye'deki eğitimdeki aşınma Ya da buradaki aşınma bir başka yeri de etkileyecek. Ya da bir başka yerdeki laikklık karşıtı okullardaki faaliyetler zaman içinde her yeri etkileyecek. Böyle de bir gerçeğimiz var.”




