KEŞAN

ÇIĞLIK

Aydın Yıldırım

Abone Ol

Ahmet 12 yaşında adım atmıştı Keşan’a.

O yıllarda Keşan 80’li yılların tipik bir Trakya kasabasıydı. Bakımsız, yoksul ve alabildiğine tozlu.

Doğu bloku ülkelerini aratmayacak ölçüde devlet grisi ve soğuktu.

Devletin en sert yüzü 12 Eylül darbesiyle bütün Türkiye’yi nasıl esir almışsa aynı kasvet Keşan’ın da üzerine çökmüştü.

Daha idamların devam ettiği bir Türkiye’den bahsediyoruz. 80 öncesi sokaklarda dökülen kanın kurumadığı günler.

Öfkeli ve üstten bakan memurlar, azarlayan hemşireler, hakaret eden doktorlar, rüşvetçi trafikçiler, işkenceci polisler, falakacı jandarmalar ve ille de dayakçı öğretmenler.

Her devlet kurumu gibi okullar da küçük ve korumasız bir çocuğun tedirgin olmasını sağlayacak kadar ürkütücüydü.

Bakımsızdı okullar. Işıkları yetersiz, ampulleri patlak, sınıfları karanlıktı.  Keşan’ın kuru soğuğunun buz gibi rüzgârı perdesiz pencerelerden rahatlıkla süzülürdü içeri.

Kesif idrar kokusunun teslim aldığı tuvaletler son derece kirliydi. Bırakın pisuarları lavabolar bile leş gibiydi. Musluklar dahi pisliğinden tutulabilecek gibi değildi. Sabun asla olmazdı. Kırık cam, havalandırmaya yetmez sadece üşütürdü. İğrenme ile tiksinme arasında nefesinizi tutarak işinizi çabucak yapardınız. Küçükler çişlerini daha da çabuk yapıp kaçardı, büyük sınıfların zorbalığına daha fazla maruz kalmamak için.

Sınıf kapıları her daim arızalıydı. Ya kilidi bozuktu ya kolu yoktu. Kapanması için ya arkasına çöp kovası dayanır ya da birkaç kez katlamış kâğıtla sıkıştırılırdı.

Kara değil belki ama koyu yeşil tahtası her daim solgundu. Her sene yeşil boyayla boyanmasına rağmen. Tahta silgisi namına bir bez parçası kullanılır, bu bez parçası tebeşirin hepsini silemediği gibi sildiği bir kısım tebeşir tozunu da çocukların ciğerlerine üflerdi.

Koridorlarda sigara içen öğretmenler zil çalınca adeta bir hayvan sürüsünü ağıla alelacele doldurur gibi en yüksek sesle ve hakaret dolu sözlerle kovalarlardı öğrencileri.

Tek bir öğrencinin bir davranışından tüm sınıfı sıra dayağına çekmeler; bir tokatta kulak zarı patlatmalar; ellerde, parmak uçlarında patlayan cetveller; saçlarından, kulaklarından havaya kaldırılan öğrenciler, kazan dairesine çekilip tekme tokat dövülmeler ve daha niceleri.

Ahmet, Almanya’da maden işçisi olarak bıraktıkları abisi Cengiz’den, annesinden, çevresinden yıllarca duyduğu ve biriktirdiği tüm okul söylencelerini düşündü.

Her sahneyi aklında yaşıyordu sanki. Gözünün önünden sahneler, kulağından sesler gitmek bilmiyordu. Tedirginlik bütün vücudunu sardı. Yüzünün kızardığını, ellerinin terlediğini hissetti. Korkusu ağır ağır bir çığlığa dönüşüyordu.

Sonunda bütün cesaretini topladı, anne ve babasına bakarak haykırdı.

“Ben bu ülkede okula mokula gitmem!”

Anne ve baba şaşkınlıkla birbirlerine baktı. Kısa bir sessizlikten sonra anne konuştu:

“Sen bilirsin oğlum, o zaman doğru tamirhaneye!"