Ünlü şairimiz Özdemir Asaf (1923-1981) ‘Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler’ demişti. Mekânı cennet olsun. Günümüze uyarlarsak toplumsal ve ahlaki değerlerin bütün hızıyla erozyona uğradığı bir ortamda kimin toplumsal değerlerimizi daha fazla dinamitlediği, kimin toplumda ahlaki değerleri daha fazla iğdiş ettiği sorusu anlamsız kalıyor. Son sürat kirleniyoruz yani.
Bir hırsızlık olayı karşısında ‘Kapını kilitlemiş miydin, penceren açık mıydı, paran açıkta mıydı vb sorularına muhatap olan kişi ‘Hırsızın hiç mi suçu yok yahu?? derdi. Şimdi bırakın hırsızı sorgulamayı, alkışlamaya hatta ufak da olsa ortağı olmaya başladık. Bazılarında bahane hazırdır. ‘Ama önceden de hırsızlıklar, yolsuzluklar vardı.’ Evet, vardı ama deşifre olanların canına okunurdu. Mesela Gümrük yolsuzluğu. Bakan Mataracı yüce divanda yargılandı. İSKİ yolsuzluğu. Ergun Göknel yargılandı, mahkûm oldu ve donuna kadar alındı. Yeğen Yahya Demirel. Hayali ihracatın mucidi. Yargılandı ve hapsi boyladı. Bir de bugüne bakalım. Son 15 yıldır Ali Dibolardan başlayıp Deniz Fenerine uzanan, Yimpaşın simgesi olduğu ve bugün bile İhlâs Finans ile gündemde olan yeşil sermayenin insanları dolandırması karşısında ne yaptık? Ayakkabı kutuları eşliğinde bakanlara ve bakan çocuklarına rüşvet dağıttığı aşikâr olan kaçakçıyı hayırsever işadamı ilan etmedik mi? Bu hırsız ABD’de tutuklanınca cansiperane savunmadık mı? Senin önüne yatarım diyen rüşvetçi densiz bakan ile çikolata kutularında rüşvet alan bakaracı-makaracı bakanı ve meşhur kol saatli hırsızı yargılayabildik mi? Neredeyse ayda bir ihale yasası değiştirilip kişilere-şirketlere özel ihaleler verilirken sesimiz çıktı mı? ‘Grinin elli tonu’ kitabı en çok satanlar listesine girdi ancak hepimiz ‘Yolsuzluğun bin bir çeşidi’ gözümüzün önünde iken gözlerimizi kapatmadık mı? Hesap sormayı bırak, belki bize de bir kırıntı düşer umudu ile destek bile olduk. Sebepsiz zenginleşen devlet büyüklerine bırakın siyaseten hesap sormayı, ‘Çalıyor ama çalışıyor’ vecizesi ile ilave hırsızlıklarına meşruluk bile kazandırmaya çalıştık. Onlar hızla kirlenirken kirlerini sessiz, suskun ve hatta suç ortağı olan bizlere de bulaştırdılar.
Toplumsal değerlerimizin ne kadar kokuştuğunun en önemli göstergelerinden biri de bize ‘İmar barışı’ diye pazarlanan suç ortaklığı projesidir. İlgili bakan övünerek açıkladı. İmar barışına yaklaşık 10 milyon kişi başvurmuş ve 14 milyar TL toplanmış. 10 milyon aile demektir aslında bu. Dört kişi ortalama ile nüfusumuzun yarısı yani 40 milyon kişi bu işe bulaşmış demektir. Yani yasaları hiçe sayıp kanunsuz yapılar ile rant elde edip ortalama 1400 TL ödeyip aklanmışız devlet tarafından. Yani diğer 40 milyonun hakkını yemişiz. Vergi, trafikve sigorta cezalarının affedilmesi ya da hafifletilmesi de günümüzde sıradan olaylar. Devleti yönetenlersistemi iyileştirmek yerine toplumu da çıkarcı, rantçı ve hatta yolsuzluğa ortak hale getirmekte ve hiçbirimizin sesi çıkmamakta.
Şimdi yerel seçimler arifesinde durumumuza bir bakalım. Kentlerimizin geleceğini emanet edeceğimiz yerel yöneticilerimizin öncelikle partilerine ciddi anlamda bağış yapmaları gerektiği yüksek sesle konuşuluyor. Ayrıca oy kazanabilmek için iş verme, ayni ve nakdi yardım sözlerinin de ciddi maliyetleri bulunmakta. Seçim kampanyaları için de yapacakları harcamalar uyku kaçıracak cinsten. Bunun yanında oy devşirmek için seçimin son günleri verecekleri rüşvet de cabası. Belediye başkan maaşları küçük kentlerde 7-10 bin lira arası olup metropollerde 20 bin lira civarına varmakta. Küçük bir beldeyi ele alırsak bir belediye başkanının 5 yılda eline geçecek rakam 500 bin lira civarında. Hem parti hem de kişi olarak seçim stratejisini oy satın almaya yönelik kuran kişiler partiye yapacakları yardım dahil seçimi kazansalar bile bu paranın tamamı olmasa bile en az yarısını zaten harcamak zorunda kalacaklardır. Aileden aşırı zengin değilse ya da geçmişten gelen yüklü birikimleri yoksa bu ciddi bir külfettir. İdealist olanlar dışında bu göreve soyunanların öncelikle bu harcamalarını telafi yoluna gittiklerine ve hızlarını alamayıp bu yolla zenginleştiklerine dair örnekler çoktur. Sistem adım adım kirlenmeye, hep de topyekun kirlenmeye davetiye çıkarmaktadır. Bu sayede gerçekten hizmet edebileceklerin, kentlerini yüceltip geleceğe hazırlayabileceklerin de önü kesilmektedir. Seçmen olarak da birinci kaygımız maalesef kentin gelişmesi değil, kendimize bu süreçte sağlayabileceğimiz faydalar üzerine yoğunlaşmaktadır. Kimimiz çocuklarımıza torpil yaptırıp işe aldırmaya, kimimiz rant sağlayıp çıkar elde etmeye, kimimiz ise en basitinden evimiz ve sokağımızın bir sorununun çözülmesine, bazılarımız ise gıda yardımından tut nakit para veya altın karşılığı oyumuzu satmaya uğraşıyoruz.
Muhafazakârlaşıyoruz, dindarlaşıyoruz derken çocuk istismarında, kadın cinayetlerinde, kadına şiddette, yolsuzlukta, insan hakları ihlallerinde, basın özgürlüğünün yok edilmesinde ve yalan haberde dünya ülkeleri arasında ilk sıralarda yer aldık. Benim hırsızım iyidir diyerek hırsızlığı över ve teşvik eder duruma geldik. Ülke kaynakları birilerine peşkeş çekilirken, ahali kuru soğana muhtaç hale getirilirken bile sorgulayamıyoruz, hesap soramıyoruz. Sormaya çalışanları da hemencecik hain ilan ediyoruz. Tüm bunlar cami sayımız ve cami cemaati artarken oluyor üstelik.
Evet dostlar. Hala tertemiz kalmış yurttaşları tenzih ederek toplum olarak itiraf etmeliyiz ki hepimiz son hızla kirleniyoruz, kirletiliyoruz. En çok da kendilerine AK-PAK diyenler tarafından.
Sözün Özü: Çamura bulaşanları çitilemeden sadece temiz kalmaya çalışarak yaşamın renklerini korumamız mümkün değildir.