Geriye dönüp baktığımızda Osmanlı döneminde boynu vurulan, ipe gönderilen ya da bir şekilde yok edilen devlet adamlarının, padişah çocuklarının öyküleri bilinmektedir.. Yeniçerilerin, yani askerlerin devlet içinde devlet olduğu, sık sık isyan ederek nice devlet adamını, sadrazamları, hatta padişahları tahtından indirdikleri ise zaten “vukuat-ı adiyeden”dir. Osmanlı’nın son dönemlerinde ve hatta Cumhuriyet döneminde bile asılan, ya da bir şekilde yok edilen devlet adamlarının öykülerini bilmeyenler, ya tarihimizden haberi olmayan cahiller, ya da olaylara ve tarihe AT GÖZLÜĞÜ ile bakanlardır. 27 Mayıs ilk değildir, son da değildir.. Kısacası DARBE ne yazık ki bizim o çok övündüğümüz geleneklerimiz içerisinde vardır.
***
1950 li yıllarda, böyle bir dünyada bizim genç subaylarımızın darbe yaparak, kurtarıcılığa soyunmamaları elbette düşünülemez. Onların bu hazırlıklarına, Atatürk’ün ölümünden sonra 1940 lı yıllarda başladıkları biliniyor. Daha somut olan örnek ise 1957 yılındaki “9 Subay Olayı”dır. Yarbay Faruk Güventürk önderliğindeki bu cunta girişimi tek girişim de değildi. O dönemlerde, neredeyse 3 subay bir araya gelse bir darbe yapmanın gerekliliğini ve yollarını konuşuyordu. Ülkedeki siyasi kaos da zaten bu iş için çok elverişliydi. Darbe iktidarı devirmek için yapılacağına göre bulunması gereken bahaneler DP iktidarının aleyhine olmalıydı. DP iktidarının son yılları da bu bahaneleri yaratmakta çok cömertti. Fazlasıyla bahaneler bulundu. İktidarda CHP olsa bile yine bahaneler bulunacak ve darbe yine yapılacaktı. Nitekim, İsmet İnönü’nün Başbakan olduğu daha sonraki 12 Şubat 1962 ve 21 -22 Mayıs 1963 darbeleri bu inancımın kanıtıdır.
***
Darbeyi yapanların darbe başarıldıktan sonra ne yapacaklarına dair hiçbir ortak planları yoktu. Cuntanın lideri de yoktu. Bunları uzun uzun yazmak ve örnekler vermek mümkün. Ama nereden bakılırsa bakılsın iktidar DP’nin elinden alınmış, genç subaylar muradına ermişti. Cuntanın başına, apar topar Emekli olup İzmir’e taşınmış eski kara Kuvvetleri Komutanı getirildi. Darbeciler DP milletvekillerinin pek çoğunu salacaklardı ama devrin hukuk(!) adamları ”Darbe meşruiyetini kaybeder” diyerek bunu engellediler ve Yassıada sürecinin yolunu açtılar.
***
Cunta’da iki önemli akım öne çıkıyordu. O dönemde kendi kendisini “Başbakanlık Müsteşarı” olarak görevlendiren Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının olduğu bir grup, Cumhuriyet Devrimi tamamlanmadan, gerekli reformlar yapılmadan iktidarı tekrar sivillere bırakmak yanlısı değildiler. Bir diğer grup da hızla çağdaş bir Anayasa yapılarak seçimlere gidilip ülkenin tekrar sivillere tesliminden yanaydılar. Bu farklılık gerginleşince içlerinde Türkeş’in de bulunduğu 14 komite üyesi yurt dışına sürgüne gönderildiler. Böylece yönetim neyse ki demokrasiye daha yakın olanların eline kaldı.
***
İnancım odur ki eğer 3 devlet adamımız asılmasaydı bugün 27 Mayıs Anayasası’ndan ve o süreçten daha olumlu sözler edilebilecekti. Önceden de söz ettiğim gibi Ortadoğu’da ve Orta Amerika ülkelerinde, hatta Afrika’ da darbe yapmak, o zamanlarda günlük olağan hadiselerdendi. Her biri az veya çok kanlı olarak gerçekleşirdi. Gelenler gitmeyi bilmezler, gitmeleri de yine darbelerle olurdu. Bugün hala, Suriye gibi, Irak gibi, Mısır gibi ülkelerde o darbelerle ele geçirilmiş yönetimler iş başında. Bunun farklı tek örneği ise ülkemizde yaşanmıştır. 27 Mayıs sürecinde ülkenin bilim adamlarına ve bir KURUCU MECLİS’e yaptırılmış ve halkoyuna sunularak kabul edilmiş bir Anayasa oluşturuldu. Bu Anayasa çerçevesinde 1961 yılında, yani darbeden sadece bir buçuk yıl gibi kısa bir zaman sonra askerler kışlalarına dönmüş ve yönetim sivillere bırakılmıştır. Hangi darbeci ülkeyi bir buçuk yıl sonra sivillere devreder? Kelleyi koltuğun altına alacaksın, darbe yapacaksın, sonra da yönetimi gidip sivillere teslim edeceksin. Bu da darbe yapanların Sivil yönetime ve demokrasiye olan inançlarına olan önemli bir göstergedir. Böyle bir örnek başka hiçbir ülkede görülmemiştir.